31 Ağustos 2009 Pazartesi

Saçlarıma aklar düşsün istemedim..

Şu genç yaşımda, neredeyse tüm arkadaşlarımın en az bir kere "Aa saçında beyaz var!" dediğine şahit oldum. Kimileri koparmaya bile çalıştı. Her saç kurutuşumda kâkülümün her seferinde farklı bir sırasında peydah olan 5 beyaz saç teliyle bakışırken buluyorum kendimi. Bazen saçımın uzun kısımlarından, uzun ve diğerlerinden daha kalın, daha sağlam bir beyaz tel buluyorum. "Saçımın kendi renginde olsan bu kalınlıkla seni başımın tacı yapardım" diyip koparıyorum acımadan. Hemen atmıyorum. Bir süre elimde tutup inceliyorum. Kökünü, ucunu.. İlişkimizin nasıl bu hale geldiğini.. Bu zamana kadar nasıl onu fark etmediğimi.. Bazılarının kökü beyaz, ucu normal renkte oluyor. Sanki biraz daha bıraksam tamamı bana ihanet edecekmiş de son anda yakalanmış gibi. O zavallı saç telinden tüm bu gereksiz bilgileri aldıktan sonra kendisini atıyorum. Son zamanlarda iyice artış gösterdi bu durum..

"Saçlarım bana ihanet ediyorlarsa demek ki yönetimde hoşlanmadıkları durumlar var, isyan ediyorlar" diyip "Sağlık açısından bir şeyleri yanlış mı yapıyorum acaba?" diye internette ufak çaplı bir araştırma yaptım. Saç beyazlaması için bulabildiğim 3 neden vardı sadece..

1-Genetik
2-Yaşlılık
3-Çok dertli olmak

Genç yaşta saçıma aklar düşmesi genetik olamaz zira ailede kimsede böyle bir sorun yok bildiğim kadarıyla. Hatta kardeşimin saçları o kadar gür, siyah ve sağlıklı ki uzatsa bana iki tane peruk çıkar. Yaşlılık desek, 19 yaşındayım, gençliğimin baharındayım. Geriye bir tek çok dertli olmak kalıyor, stres dersek buna, sebep bu olabilir. Özellikle belli dönemlerde artış gösterdiğini de göze alırsak bağlantılı gibi geliyor.. Normal şartlar altında saç boyatmaya karşıyım ama bu gidişle erkenden muhtaç olacağım boyaya..

Çok dertliyim be blog !

Peki buradan çıkan diyalog nedir?

Ozan - Aaa! Bu beyaz saç teli de kimin? (Koltukta bulunan bir tel)
Annem ve ben aynı anda - Benimdir !

30 Ağustos 2009 Pazar

Kenâfir !


Ben olsam benden korkardım sevgili okurlar. Görmüş olduğunuz gözle ne sevgililer ne arkadaşlar ayırmışlığım vardır. Sevmediğim hocaları bir bakışımla tökezletişim de mevcut bir anıdır. Henüz düşürebildiğim olmadı ama üzerinde çalışıyorum. Ne zaman "herkesin sevgilisi var ya" desem birileri ayrılır, "ya Ayşe'nin bi' arkadaşı var Fatma, erkek olsam aşık olacağım kız tipi yani, o kadar güzel" desem Ayşe ile Fatma'nın arası o gece bozulur filan (İsimleri de nasıl attım belli değil). Ben bile korkuyorum bazen kendimden.
En çok da kendime nazar değdiririm ben aslında ama o başka bir postun konusu olmalı sanırım.

Yeminimi bozdum ağalar !

-PTT'nin kağnıları sonunda pes ettirdi. MSN'e dönüş yapmak zorunda kaldık. Bizi bu hallere düşürenler utansın !

-The Kite Runner ne güzel filmmiş. Umarım bir gün kitabını okumaya da cesaretim olur.

-Buradan Harry Potter ve Melez Prens'i romantik komedi yapan yapımcılara, senaristlere ve özellikle de Türkçe'ye çevirip dublajlayan insan gruplarına sesleniyorum; doğru söyleyin, Ginny'ye "Kapa gözlerini de gönül gözün açılsın Harry" dedirtmek kimin fikriydi?

-İspanyolca sınavından 92 almışım, ehliyet sınavı da iyi geçti. Heyecanla pazartesi başlayacak direksiyon derslerini bekliyorum şimdi.

-Nazlı'dan güzel haberler bekliyorum bir de. Ayrıca Zeynep Toefl'ı geçerse baya bi' sevinebilirim..

-Çok zor günlerden geçmekteyim. Bu yaşıma kadar neredeyse nefretle uzak durduğum kola bünyemi ele geçirdi sayılır. İçine ne koyuyorlar bilmem ama karşı koyamaz oldum. Üstelik bütün yaz boyunca kilo aldığım yetmiyormuş gibi bir de gece gece cips, çekirdek filan yemeye başladım. Halim nice olacak hiç bilmiyorum..

-"Artık kızlarla mı çıkıyosun sen?" diye soran anneme kardeşimin cevabı "Erkeklerle mi çıkıcaktım?" oldu. Takdir edilesi bir cevaptı.

-Hayatımın geri kalanını Ramazan pidesinin arasına sürülen nutella ile geçirme imkanım olsa hayır demezdim sanırım.

-Youtube ve benzeri sitelerdeki videoları izleyemiyorum ve bu konuyu çözme yolunda bir çabam da olmuyor. Zaten enteresan bir şekilde şarkı indirebilitemi de kaybettim. Bunu da çözmek yerine ordan burdan şarkı dileniyorum. Üşengeçlikten ölücem.

-Bölümüm hakkında merak ettiklerimi aydınlığa kavuşturdum sonunda. İçim baya rahatladı.

-Son olayları göz önünde bulununca arkadaş seçme kriterlerim arasına yeni bir madde daha eklendi. Bu maddeyle birlikte listeden süresiz uzaklaştırma alanlar olmakla birlikte akıbeti süpheye düşenler de yok değil.

-Çevremdeki herkesin sevgilisinin olması durumunun afedersin ama boku çıktı. 'Universe' bana ne demeye çalışıyor anlamış değilim.

-MSN'e dönüşüm mektup sevdamı azaltmadı elbet, hala beklemekteyim..

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Bir gün Mısır'daki amcamdan miras kalır da zengin olursam hiçbirinizi tanımam söyliyim.



Bugün soyumuzdaki renkli göz geninin hangi uyruktan geldiğini öğrenmeye çalışırken birtakım akrabalarımızla ilgili birçok ilginç gerçeği açığa çıkardım. İçlerinden beni en çok ilgilendiren zamanında babamın annesinin annesinin babasının babasının Mısır'da tahsil görmüş olmasıydı. İnanıyorum, bir gün Mısır'daki süper zengin amcamdan haber gelicek, yıllarca bizi aramış da bulamamış olucak, hiç çocuğu olmamış olucak ve bütün mirasını bana bırakıcak !

20 Ağustos 2009 Perşembe

Yumurta-kapı ilişkisi

Ehliyet sınavı cumartesi olunca ve ben de salak gibi hiç çalışmayınca son birkaç gündür yumurtamı kapıya sıkıştırdım. İçimdeki sayısal öğrencisi burada da kendini gösterdi elbet. İki günde motor konularını bitirdim, bana mısın demedi. Ama şimdi "sağa dönüş kuralları"nı okumamak için atmadığım takla kalmıyor. Ders çalışmamak için yapılan anlamsız hareketler konulu uzun bir kompozisyon yazabilirim son iki saattir yapıklarımla. Özet geçmek gerekirse internette yapabileceğim her şeyi en az ikişer kere yapmak, televizyonda n.ş.a.da* izlemeyeceğim dizileri izlemek, film izleyen Ozan'a bulaşmak, tuvalete gitmek, tırnak kesmek, dondurma yemek, cola içmek(bu konuda Ozan'a acayip kızıyorum çünkü cola sevmeyen bir insan olan beni bile cola bağımlısı yapmak üzere) ve tabi blog yazmak..

Olsun ki ben zaten en iyi geceleri çalışıyorum hem. Şimdi herkes yatar, ben de "yatim artık" diye fişi çeker, bilgisayarı kapatırım, sonra yatarım ama uyuyamam. "Böyle bi' oraya bi' buraya dönüp duracağıma ders çalışim de bi' işe yarıyim bari" diyip üşenmeyip kalkıp trafik çalışırım. Ama bilinçaltım bu psikolojiyi ezberlediğinden uykusuzluk hastalığı içinde yanıp tutuşan bünyemin birden uykusu gelebilir de tabi. Riske atmamak, hemen şimdi dersin başına geçmek gerek. Zaten bu olay da bitince bir hafta boyunca yapacak hiçbir şeyim olmayacağından şu alıp bir türlü izlemediğim filmlere ve haftalardır elimde sürünen kitabıma konsantre olabilirim.

Bu postu çalışmamak için yazdığım ne kadar belli?

*n.ş.a.: "normal şartlar altın" :)

18 Ağustos 2009 Salı

Hayat dersi no:2

Yaz gelir, "Sıcaktan bunaldım, yapacak işim yok, kış gelse şöyle serin serin de okula gitsek" deriz. Kış gelir, "Derslerden bunladım, burnum donuyor, kulaklarım kırılacak birazdan, yaz gelse de deniz, güneş, kum oooh" deriz. Baya büyük bi' klişedir bu. Doğa ana ne yapsa yaranamaz insanoğluna.

Bana gelince, bu klişeyi ben de çok yaparım. Hiç memnun olmam, huyum kurusun. Ama yazları sevmememin ekstra bir nedeni daha var:

"Nisan mayıs ayları, gevşer gönül yayları" sorunsalı!

İddia ediyorum; bu bence doğa ananın bi' türlü sevgili sahibi olamayan bahtsızlara attığı adi bir kazıktır!

Yani uzaylı filan olup da havaların ısındığınıı hissetmiyor bile olsam, sevgilisi olan arkadaş sayımdaki artıştan, arkadaşlarımın "sürekli" hale gelmiş kontör sıkıntılarından, arayıp soranın azalmasından ya da en bariz yöntem olan Facebook'ta değişen relationship status artışından, "in love" iletilerinden filan anlardım yazın geldiğini! Hiç bir genelleme bu kadar bariz değildir kanımca.

Önce bahar aylarından kendini hissettirir bu durum. Her daim arayıp soran arkadaşlarım "Ya kontorüm yok da bi' arasana" diye mesaj atmaya başlarlar. Sonra hiç arayıp sormadıkları için sitem ederim, "Ya kontorüm yoktu da ondan arayamadım" yanıtını alırım. Yaz aylarında, bütün kontorler sevgliler için vardır çünkü. Yaz ayıysa ve arkadaşımın kontör sıkıntısı tuhaf boyutlara ulaştıysa bilirim ki ya bir sevgilsi olmuştur, ya da olmak üzeredir! (Ya da zaten vardır, biliyorumdur da.) Neyse, gün gelir, sevgili kamuoyuna açıklanır, genelde facebookta relationship status değişir, takiben "what's on your mind?" kısmında romantik kelimeler, hatta bazen şarkı sözleri görürüz.. Teker teker çoğu arkadaşımızı bu salgında geçici olarak kaybederiz..

Yaz aylarında karınlardaki kelebek sayısındaki artışın bana giren çıkan bir tarafı yok aslında, isteyen istediği kadar aşık olsun, bana ne. Ama bu noktadan sonra iki önemli husus vardır sinir olduğum. Birincisi, yazın gelmesiyle birlikte "Ee senin sevgilin yok mu? Aa neden?"diye soran insan sayısındaki artıştır. Yes, I'm single. What's your point? demek gelir içimden. Ama "kısmet" der geçerim genelde. En son bi' arkadaşımın annesi de aynı soruyu sorunca bardağım taştı sanırım. İkincisi de, hayatta en sinir olduğum şey, sevgilisi olunca arayıp sormayan, aramalarımı açmayıp, geri de dönmeyen ve buna bahane olarak "Kontorüm yoktu canım yaa" diyen arkadaşlardır. Bu tipler sevgililerinden ayrılınca birden kontörleri olur ve aşık dönemlerinde unuttukları arkadaşları birden akıllarına gelir. Sonra teselli edersin. Sonra yine sevgilileri olur, uyarırsın ama fayda etmez. Birkaç ay sonra yine ağlayarak arayacaklardır.

Şükürler olsun ki sevgilisi olduğunda onu hayatının merkezi yapmayan arkadaşlarım da mevcut da, ayrımı yapabiliyorum.
İyi arkadaş sevgilisi olduğunda belli olur. Bilginize.

Foto: Bu fotoğrafı çektiğim günü hatırlayanlar elime mum diksin. Hani garson çocuk bana yazıyor diye dalga geçmiştik. Hani garson kız masalara konulan iki "rezerve" yazısını arka ceplerine paylaştırmıştı. Aklıma geldi, gülümsedim. Perşembe benim için de eğlenin.

Otobüs yolcularına tavsiyeler

Uzun zamandır bu konu hakkında yazmayı düşünüyordum ama sanırım düşünmeye başlayışımdan beri hiç bu kadar canım sıkılmamış ki yazmamışım. Zira son otobüse binişim 24 haziran tarihine denk gelir. Otobüs derken, uzun yol otobüsü tabii..

Bir kere zaten kara yoluna saygısı olmayan bir insanım hep söylediğim gibi. Yani kısa yolculuklarda da otobüsten hazzettiğim pek söylenemez. Ama burada asıl değinmek istediğim nokta, uzun yolculuklardaki yol arkadaşlarıdır.

Şimdi takip edenler bilir, hayvansever bir insan değilim. Zamanında atalarımız yüzlerinde bir tiksinti ve bilmişlik ifadesiyle "Hayvan sevmeyen insan da sevmezmiş" demişler ya, çok doğru demişler onlar. İnsan da sevmem ben. Şimdi insan sevmem diyince öyle herkes üstüne alınmasın, anladınız ne demek istediğimi. İnsan sevmeyen bir insan olunca, tanımadığım insanlarla öyle havadan sudan muhabbet etmeye de pek hevesli değilimdir. Onun yerine uzaktan inceler, kendi kendime dedikodu yaparım. Çok da eğlenirim, peh.

Uzun süren gece yolculuklarında otobüslerde göze çarpan belli başlı tipler vardır. Bir de yanımda oturanlar vardır ki her otobüs yolculuğu öncesi korkulu rüyam olurlar. Ne zaman ki yan koltuğum boş giderim, o zaman dünyada benden mesudu yoktur.

Buyrunuz, yol arkadaşı tipleri ve alınması gereken önlemler:

Arka koltukta annesi ve babası oturan, hayattan nefret eden ve bangır bangır metal müzik dinleyen bunalımlı ergen:
Bu tip yol arkadaşları kendilerini, pencere kenarını özellikle seçmiş olduğunuz halde otobüse bindiğinizde yerinize kurulmuş dondurma yiyip sizin kulaklığınızı takışından ve "Ben geldim, orası benim yerim dostum" bakışınıza "Ne bakıyosun?" bakışıyla cevap verişinden ele verir. Tamam ben gelene kadar pencere kenarının sefasını sürebilirsin ama oraya yayılmak, dondurmanı yalarken bir yandan da müzik dinlemek de neyin nesi? Yine de yerinize geçmeyi başardıktan sonrası kolaydır. Bu tip yol arkadaşları yol süresince ve molalarda konuşmaya çalışmaz çünkü zaten "Evrensel Ergenlik Yasası" gereği benden çok nefret ediyordur insanlardan. Onun yerine mesajlaşmak ve müzik dinlemek gibi zararsız eylemlerde bulunur. Bu yolcuya nezaket gereği "Merhaba" ya da "İyi yolculuklar" demek zorunda değilsinizdir. Çünkü deseniz de duymazlar.

Hasta olduğunu iddia edip yerinizi kapmaya çalışan soytarılar:
Bunlardan ölümüne nefret ediyorum sanırım. Bunları "Ya benim hastalığım var da, ben pencere kenarında otursam olur mu, yol tutuyo da beni ondan yani, hastayım ben" diyişlerinden tanıyabilirsiniz. "Benim de hastalığım var, kusura bakmayın orası benim yerim" demek suretiyle yerinize ulaşabilirsiniz ama içinizden gelen "O zaman bileti alırken pencere kenarı deseymişsin, çok mu zor? Ben her seferinde boşuna mı soruyorum 'Pencere kenarı var mı?' diye? Salak mıyım ben?.." seslerini susturmanız zor olacaktır. Şahıs yerinizden kalkmamakta ısrar edecek olursa dışınızdan söylemeye korkmayın!

Konuşkan anaç teyze:
Şimdi insan sevmiyorum, insanlarla konuşmayı da sevmiyorum dedim filan ama bu teyzelerde kötü niyet yok aslında. Sadece sizin onun kızının okuluyla, oğlunun düğünüyle, yeğeninin yemek kursuyla filan ilgilenmediğinizi anlamaları için uzun bir gece yolculuğu yeterli olamadığından uyumanıza veya müzik dinlemenize engel olurlar ve bunu sadece konuşarak yaparlar. Bir yandan da sizin okulunuzu, ailenizi, babanızın ne iş yaptığını, neden gitmekte olduğunuz yere gittiğinizi filan öğrenmek isterler. Ne yazik ki henüz bu durumdan kurtulmanın formülünü keşfedemedim ama yine de fena değillerdir, yolculuk boyunca bu teyzenin resmen kızı olursunuz. Size yastığını verir rahat uyuyun diye, şalını verir üşümeyin diye, molalarda kollar otobüsü kaçırmayın diye.. Zararsız sayılırlar..

Konuşmayan depresif teyze:
Dikkat! Bu tiple ilgili bilmeniz gereken ilk şey konuşmamaya çalışmasının altında yatan nedenin biraz sonra kusma ihtimalinin yüksek oluşu olduğudur! Çünkü bir 'teyze' her zaman konuşmak ister. Konuşmuyorsa bir gariplik vardır. Mümkün olduğunca uzak durun, sakın konuşturmaya çalışmayın, gözünüz sürekli muavinde olsun, olası bir kusma durumunda seslenmek için.. Bu tipte yer problemi yaşamazsınız çünkü otobüse en son bu tip yolcular biner. Siz o zamana kadar çoktan yerinize oturmuş olacaksınızdır.

Evlenme çağı gelmiş, 'teyze' olma yolunda adım atmaktan çekinmeyen abla:
Bu tip de zararsızdır çünkü diyalog sayısını sizin belirlemenize izin verir, izin verdiğiniz kadar diyaloğa girer, konuşmak istemezseniz anlar, sizin okulunuzu, yaşadığınız yeri, ailenizi filan merak etmez.. İlgilenir gibi olursanız biraz kendini ve gelmekte olduğu düğünle gitmek üzere olduğu düğünü filan anlatır. Canınız sıkılıyorsa muhabbet edebilirsiniz. Bir de bu tipler kendi yerlerini bilmeleri sebebiyle tercih edilesidir.

Anarjist teyzeler:
Otobüste insanların haklarını gözeten anarşist ruhlu teyzelerdir. Bir olay olursa ilk yorum bu teyzeleden gelir. "Cık cık cık kadının yanına adamı oturtmuşlar ne ayıp"lar, "Ay o adam nasıl binmiş otobüse? Kimsesi yok muymuş nerden geliyomuş?"lar, "Ne diyomuş şu turist kız bi' çevirin bakim yok mu ingilizce bilen?"ler, "Daha demin uyardınız telefon kullanmayın diye kendiniz konuşuyorsunuz muavin bey"ler, "Kadın kusuyo kimse ilgilenmiyo"lar, poşet vermeler filan hep bu teyzelerdendir. Onlardan birinin yanında oturmak demek hep bir heyecan, hep bir adrenalin demektir. Tam uykuya dalacağınız sırada bi "cık cık cık" sesiyle uyanmanız işten bile değildir.

Arkadaş grubundan tek kalmış olan neşeli genç kız:
Bu tip hanım kızlarımız hemen yandaki koltuklarda oturan arkadaşlarıyla bütün gece fısır fısır konuşup ardından gürültülü bir kahkaha koyuvermek suretiyle kendilerince bir tür "pijama partisi" yaparlar. Uykudan ölmüyorsanız uyumanız zordur, ama uykunuz varsa size dokunmadıklarından çok da rahatsız etmezler. Yine de "Fısır fısır konuşmalarında uyurken yerinde durmayan kafamdan da bahsediyorlar mıydı? Acaba ona mı güldüler?" gibi paranoyalardan kurtulmak zordur. Kolay gelsindir.

Çocuklu yeni anneler:
Koltuklardan ırak olasıcalardır. Hiç bunlardan biriyle yan yana oturmadım, zaten çocuklu olunca teknik olarak imkansız oluyor sanırım ama eğer koridor tarafına oturacak kadar şanssızsanız bütün gece ağlayan bebek sesi ve oflayıp poflayan insanları dinlemekle geçer. Uyku haramdır. Tek tavsiyem müzik çalarınızın sesini sonuna kadar açmanız olacaktır.

Şimdilik bu kadar geldi aklıma ama bakınca şimdi baya bi' gelmiş aslında. Okuyacak sabrı olan otobüs yolcularına selam olsun buradan.

Seni de hiç özlemedim otobüs bozuntusu. Buradaki havaalanı tekrar kullanıma geçsin istiyorum artık. Sayın yetkili, ben araştırdım, o 6 fizikçinin öldüğü uçak kazasında kasıt, komplo filan yokmuş. Kaynaklarım sağlam. Valla bak. Noolur uçak teknolojisi buraya da gelsin artık noolur. Amin.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

PTT mektupları kağnıyla mı getiriyor?

Bugün benim için bağımlılık halini almaya başlamış olan MSN'i hayatımdan çıkarışımın 16. günü. Tabi bıraktıktan sonra hiç de bağımlılık filan olmadığını farkettim zira hiç aramadım kendisini. Zaten kullanırken de sadece açık durmasını seviyordum, sık konuştuğum az insan vardı. Çoğu da uzaktaydı. Şimdi malum, o 'sık konuştuğum az insanlar'la bir şekilde iletişimimi devam ettirmem gerekiyordu. Eh, çoğunun telefonu olduğu için bu pek de o kadar zor olmadı. Ama bir şahıs var ki "telefon kullanmam ben" diye tutturdu. Madem o kadar ilkeliz, mektuplaşalım dedik. Ama nereden bilebilirdik ki mektuplaşmanın bu kadar uzuuuun bir süreç olduğunu? Bugün bu kararı alışımın 16. günü ve daha sadece bir kez mektup yazabildim kendisine. Tabi bütün suçu PTT'ye atmak haksızlık olur. PTT'den daha yavaş olan şahıslar bir numaralı etken bence bu yavaşlıkta..
Ben de belki daha hızlı olanlar vardır diye başkalarına da mektup yazmaya başladım. Yazma kısmını seviyorum ama cevap bekleme kısmı sinir bozucu. Postaneye gitmeye üşenenlerle de mailleşiyorum. Mail şahane bir şey aslında. Hem takır takır istediğin kadar yazıyorsun, hem de çabuk gidiyor, cevap da daha çabuk geliyor.. Ama mektubun tadı başkaymış gerçekten. Bu kararı almadan önce en son ne zaman mektup yazmıştım hatırlamıyorum ama bu geleneği yaşatmak gerekiyormuş.

Buradan 70 milyonu(!) mektup yazmaya teşvik etmek istiyorum. Çok güzel ya valla bak.

İlk mim

Pek sevgili Boş insan bana ilk mimimi bahşetmiş bugün. 2 hafta oldu ama gele gele mim geldi sadece. Neyse bu ayrı bir postun konusu..

Hangi şehirde yaşıyorsun?
İkametim "Güller diyarı"ndadır lakin geçen sene gibi önümüzdeki senelerde de hayatımın büyük kısmını İstanbul'da geçireceğim için Isparta'da ikamet etmekteyim ama İstanbul'da yaşıyorum diyebiliriz.

Mesleğin?
Madem ki adımız 'TDK Fahri Müfettişi'ne çıktı, o zaman buraya TDK'dan bir adet 'meslek' tanımı iyi gider.
Meslek:Belli bir eğitim ile kazanılan sistemli bilgi ve becerilere dayalı, insanlara yararlı mal üretmek, hizmet vermek ve karşılığında para kazanmak için yapılan, kuralları belirlenmiş iş.
Tanıma göre, henüz 'belli bir eğitim' kısmındayım. Bu kısımda henüz 'para' kazanılmadığından bir mesleğim yok diyebiliriz.

Blog yazmaya başlama kararını nası aldın?
Bin tane cümleye başladım bu soruyu cevaplarken ama sanırım hiç biri doğru değildi. Sadece canım öyle istedi..

Ne kadar süredir blog yazıyorsun?
02 Mayıs 2009 Cumartesi tarihinden beri.

Blogunu ne sıklıkla ziyaret edersin?
Günde 2 kere filan sanırım. Canımın sıkılma katsayısına göre artış veya düşüş gösterebilen bir rakam bu tabi.

Bilgisayarını açtığında blogunu açmak kaçıncı sıradadır?
Hmm 4. sıradadır. Eheh.

Başka bir blog sayfasında görüp aldığın bir şey ya da gittiğin bir yer oldu mu ?
Henüz olmadı ama başka bir blogda görüp gitmek istediğim yerler mevcut..
Bir de Sarelle deneyeceğim Toslumbağa'nın yorumundaki tavsiyesine uyup. Hatta dün markette aradım, sadece bitteri ve fındık ezmesi vardı, almadım o yüzden.

Blogda hangi konularda yazmak seni mutlu eder?
Günlük yazmak bir şekilde hayatımın her döneminde varolmuştur. Unutmamak adına birşeylerin kaydını tutmayı ya da yazarak düşünmeyi severim. Eskiden online günlük yazılan bir sitede üyeliğim vardı, orda yazmayı bırakınca defterde devam ettim, şimdi de 'günlük tutma' ihiyacımı buradan karşılıyorum.. Ama sadece buradan değil ;)
Bunun dışında beni mutlu edecek şey herhalde bu yaz daha çok gezip, gördüğüm yerler hakkında yazmak olurdu ama kısmet..

Bloglarda gördüğün diğer blog arkadaşlarını eklemekte seni cezbeden ne olur?
Şimdilik tek kıstasım reel hayatta onları tanıyor olmam. Bazen tanıdıklarımı bile izlemiyorum gerçi. Yazdıklarını 'anlık' olarak öğrenmek istediğim, merak ettiğim kişiler olmaları diyebiliriz.
Ama bu başka blogları okumadığım anlamına gelmez. Gayriresmi olarak canım sıkıldığında okuduğum bloglarda beni cezbeden şeyler, yazıları sıkılmadan okuyabilmem, yazıların ilgi çekici olmaları, okurken sıkılmadan bilgi edinmem vs.. Peki ne cezbetmez? Bir 'TDK Fahri Müfettişi'(!) olarak yazılarda belirgin bir şekilde Türkçe'nin katledilmesi beni baya deli eder. Çok az takıntım vardır, bu da onlardan biri işte.. Bir de sık sık ve kısa kısa yazıların yazıldığı blogları pek okumam..

Blog aracılığıyla para kazanma fikrine nasıl bakıyorsun?
Negatif.

Blog arkadaşlarınla buluşma, bir araya gelme fikrine ne dersin?
Negatif.

Son zamanlarda hiç vakit ayıramadığım uğraşlarım?
Pilates. Eheheh. Ve kitap okumak. Evet.

Şu anda imkanım olsa gerçekleştirmek istediğim hayalim?
İnterrail.. Ya da çok yer görmemi sağlayacak herhangi bir şey. Gezmek istiyorum blog anlıyor musun beni?!?

Hayatınızda iyi ki yapmışım dediğiniz üç şey?
-Hep lisemden nefret ettiğimi söylerim ama iyi ki zamanında çalışıp fen lisesini kazanarak burdan bile küçük olan o ilçeden ailemizi kurtarmışım. Ama başka bir lise de olabilirmiş tabii.
-İyi ki babamı dinlemeyip bir sene daha ÖSS stresiyle uğraşmamışım.
-İyi ki uzun zamandır günlük tutuyorum. Sonra geri dönüp okuması çok güzel oluyor..

En sevdiğim yemek?
Ehehe. Sanırım bu soruya gerek yok. Yukarıdakı beyaz başlığı okumanız yeteri.
Bir de zeytinyağlı sarma tabii..

Ya ne çirkin bişeymiş bu böyle kendi kendinle roportaj yapıyo gibi sanki. Ben bile sıkıldım yazarken. Bundan sonra daha güzel mimlerle gelmeni diliyorum sevgili Boş insan. Bu sıkıcı mimi de kimseye yollamıyorum.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Çok pis ispanyolca bilirim.

İki gündür kek yapıyorum, hamaratlıktan ölücem birazdan. Dün ispanyolca çalışmaktan kaçmak içindi, bugün de yarın annemlerin tutacağı nöbet için yaptım. Bugün sınava girdim, yaklaşık 3(yazıyla üç) dakikada bitirdim sınavı. Ben görmeyeli bu sınavlarda heyecan kalmamış yiğenim. İnsan biraz zor sorar, böyle kopya çekmeye filan çalışılınır, ne bileyim, o "önünde, arkasında, sağında, solunda"ları filan o kadar çalıştım hiç sormamış kadın(Havam batsın). Neyse, bir maceranın daha sonuna geldik o zaman bugün. İkinci kur için meet me in İstanbul sevgili ispanyolca.

Şimdi yapmam gereken tek şey ehliyet çalışmak-ki beni oyalamak için yeterince eğlenceli ya da vakit alacak bir aktivite değil kendisi. Direksiyon derslerimse Ağustos sonunda başlıyorlarmış. En sinir olduğum nokta da bana daha önce 19 Eylül diye söylenen direksiyon sınavının 26 Eylül'e alınması. Kandırılmış hissediyorum.

Oyalanmak adına biraz film aldım. Ama yarın anneanneme gidip balkonunda kitap okumaya niyetliyim. Hatta birkaç gün kalasım da var orada. Hem belki sarma da yapar bana. Sarmayı özledim. Bir de geçen gün Alper Brüksel'deki midyeleri anlatırken midye dolmayı ne kadar çok özlediğimi farkettim. Bir de önceden tahmin edemediğim bir şekilde ıslak hamburger istiyor canım ara ara. Evet, ruhum şişman benim.

Bir gün, mesela kansere çare bulunduğunda, ya da kırmızı kar yağdığında, ya da Türkiye'de sokak hayvanı kalmadığında filan, şu bloga müzik koyma şeyini çözücem.. İnanıyorum buna. Hem de neler neler koyucam fon müziği olarak. Yapıcam bunu bir gün.

11 Ağustos 2009 Salı

Time Flies

Sanırım büyümekten en çok bugün korktum. Sanıldığı gibi önemli bir şeyin olduğu milat günlerinde, doğum günlerinde filan farkedilmiyor bu. En umulmadık zamanda birilerini suçlarken buluyor insan kendini. Geçmişte yaptığım seçimler, şimdi yapmakta olduklarım ve bunlarla birlikte gelen, farkında olamadığım vazgeçişler..

Küçükken çok başkaydı. Her şey olabilirdim. Ressam olabilirdim, diş hekimi olabilirdim, öğretmen olabilirdim, müzisyen olabilirdim, hatta astronot bile olabilirdim. Ortaokulda sınıfta kalabilirdim, lisede aşık olabilirdim, okulu bırakabilirdim ya da ÖSS'de Türkiye birincisi olabilirdim.. Kocaman bir hayat vardı önümde ve heyecanla nasıl olacağını bekliyordum. Şu an 20. yaşımın içindeyim ve artık hayatımda olamayacağını bildiğim şeyler var. Şöyle bir baktığımızda çok gencim. Hatta istesem hala astronot olabilirim. Önümdeki kocaman hayattan aslında çok da fazla yıl eksilmedi. Ama önümde çok fırsat vardı ve bir seçim onlarcasını öldürmeye yetti her seferinde. Ve yaşım ilerledikçe seçeneklerim azalacak, her seçimle daha az fırsat kalacak karşımda. Her hamlede onlarca fırsatı iteceğim hayatımdan ve her hamle sadece sonuncusuna biraz daha yaklaştıracak.

Bugün, küçükken hayalini kurduğum ve artık olamayacağını bildiğim şeyleri düşündüm. Zamanında yaşamadığım duyguları, yapmak isteyip yapamadıklarımı, "ben hiç.."lerimi.. Farkettim ki artık "olsun hala yapabilirim ki" diyemediklerim var aralarında. "Hiçbir şey için geç değildir" cümlesini artık kuramadığım pişmanlıklarım var. "Artık geç" olanlar var işte. Kimi suçlamalıyım, bilmiyorum. Zaman, kimi zaman o kadar hızlı geçiyor ki, elimden kaçan ve bir daha hiç elimde olamayacak fırsatların o anda farkına varamıyorum.

Zamanın geçmesi artık daha çok korkutuyor beni. Her saniyenin, yaptığım hemen herşeyin bir başka seçiş ve onlarca vazgeçiş olduğu bilinciyle yaşamaya korkuyorum. Ne yapmam gerek, bilmiyorum. Sorusu, cevabı, çözümü olmayan belki de tek şey zaman. Sadece bir hayatım var ve aslında onun bile nasıl geçeceğine müdahale edemiyorum bazen.

Şu an 20. yaşımın içindeyim. Önümde hala kocaman bir hayat var. Ama artık o kadar heyecanlı olduğumu sanmıyorum.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Şok şok şok !

Gün geçmiyor ki insan geçmişine dair bir şok edici gerçeği daha öğrenmesin. Yani bunu biliyor olsaydım kim bilir, belki de şimdi 13 yıllık bir ilişkim(!) olabilirdi.

Bugün annemden çocukluk aşkımın 'karşılıklı' olduğunu öğrendim!

Hem de ben ilk kreşe başladığımda koruma altına alınmışım çocuk tarafından. Farkında değilmişim tabi. Kreşteki öğretmenler söylemişler zamanında anneme. Ben de çocuğun annesinin anneme hazırladığımız oyunda benim pamuk prenses olmam gerektiğini söylediğini söylediğini hatırlıyorum(Çok güzel cümle kurarım). Meğer annemler yıllardır benimle bu yüzden dalga geçiyorlarmış. Ben de benim masum dugularımı bildiklerini sanırdım. Gerçi yanlışlıkla itiraf da etmiş oldum bugün. Hey gidi, o zamanlar bilseydik hislerimizin karşılıklı olduğunu.. Baya çılgın bi' "long distance relationship" yaşarmışız :) Zira taşınmışlardı, yıllaaaaarca göremedim. Göremedim göremedim sonra iki sene önce bi' gördüm ! "Allah korumuş o zaman" dedim. Şimdi Facebook'ta bile arkadaşım değil.

Hoşlandığım insanların bi' türlü yakışıklı olamaması genellemesi o zamanlardan başlamış bence. Ama bu karakter olarak da bi' 'tuhaf' olmuş. Kısmet..

9 Ağustos 2009 Pazar

...................

Ozan - Ben çiçekçi oliyim en iyisi, onlar hep cips yiyorlardır..
Ben - Ne alaka?
Ozan - Çelenklerin arkasına cips paketi koyuyorlar ya !
Ben - ...................

Bi' tanıdık teyze - Ayfer bu senin kızın mı? Ay ne güzelmiş, kaça gidiyosun sen? Dur bakalım aklımızda bulunsun.
Ben - ...................

İce age'den yeni çıkan kişi - (Hal hatır faslından sonra) Eee hangi filme gidiyorsunuz?
Alper - İce age
İce age'den yeni çıkan kişi -O ne lan?
Biz - ...................

Burger King kasiyeri - Sinemaya gitmek ister misin?
Ben - Efendim?
Burger King kasiyeri - Kampanya var da.
Ben - ...................

Annem - Kahve içme bence, onun yerine pekmez yiyebilirsin mesela.
Ben - ...................

7 Ağustos 2009 Cuma

Gönül Telimizi Titretenler


Lütfen biri bana nasıl bu kadar çok Türk Sanat Müziği şarkısı bildiğimi açıklayabilir mi? Yani hayatımın hiç bir döneminde bir TSM dinleyicisi olmadım. Hatta hayatımın pek çok döneminde, annem dinlerken filan baya nefret ettim, sıkıcı buldum. Ama annem bana bütün şarkıları ezberletecek kadar dinletmiş olamaz.
Küçükken türk filmi izlemeyi severdim. Pek çok filmi defalarca bıkmadan izlemiştiğim vardır. Hala da denk gelse izlerim. Belki onun da etkisi vardır ama yine de bu kadar çok TSM şarkısı bilmeme anlam veremiyorum. Nerede duysam, hangi şarkı olursa olsun eşlik edebiliyorum. İtiraf etmek gerekirse bazen hoşuma bile gidiyor eşlik edebilmek. Ama çok tuhaf. Hiçbir zaman açıp özellikle dinlemediğim ya da sokaklarda bangır bangır çalınıp herkese zorla ezberletilen şarkılar olmadıkları halde bu kadar beynime kazınmış olmaları şaşırtıcı..
Not: Yukarıda kapağını gördüğünüz albüm "kaset" olarak evimizde mevcuttu diye hatırlıyorum küçüklüğümden. Belki hala vardır hatta..

Strange Love

Bu anı o kadar uzun zamandır bekliyordum ki, poşetten çıkan nutellayı gördüğümde çocuklar gibi şendim. Hiç bırakmamacasına sarıldım ona. Kapağını açıp 3. dilim ekmeğime sürmek için 1. ve 2. dilimi bitirmeyi beklemedim. Ne kilolar, ne de sivilceler umrumdaydı. Bu kim bilir kaçıncı nutella krizimdi. Sonunda kavuşmuştuk ve artık bizi kimse ayıramazdı.
Çok mutluyum.
Çok güzelsin nutella.

Not:Bu yazıyı bitirdiğimde 3 dilim de bitmişti.

4 Ağustos 2009 Salı

Prenses poposu

Günlerimin büyük kısmını bilgisayarda dizi ve film izleyerek geçirdiğimden prenses popom rahat etsin, bütün gün sandalyede otur otur dümdüz olmasın diye odamdaki koca koltuğu bilgisayar masasının önüne taşıdım. Popomun rahatı estetikten önce gelir.