22 Aralık 2009 Salı

By the way..

Artık Amerikan donanmasında arkadaşlarım var.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Ruhu şişman.

Durduk yere mozaik pasta yapası gelen bir ev arkadaşım, "gelirken brownie al canım çekti" dedim diye bütün koca brownieyi alıp getiren bir sevgilim ve brownie verdiğim tabağı boş getirmemek için haşhaşlı kek yapan bir komşum olduğu sürece, seneye Amerika'ya yuvarlanarak gidebiliyor olmam an meselesidir. Hem kafam da güzel olur.

16 Aralık 2009 Çarşamba

Moody.

Bazen sadece işi düşünce arayan sözde arkadaşlarımın hepsini hayatımdan silmek istiyorum. Nası fikir?

14 Aralık 2009 Pazartesi

Sürücü belgesinin kullanım alanları

Eğer paso başvurularının sadece ilk sene okul tarafından yapıldığını, okuldaki ikinci senenizde paso başvurularının son günü, son dakikalarda öğrenirseniz ve eğer dekontla birlikte bir adet vesikalık fotoğrafa ihtiyacınız olduğunu farkettiğinizde yanınızda vesikalık fotoğrafınız yoksa; bir adet ehliyet alıp fotokopiye gidin. Fotoğrafınızın renkli fotokopisini fotoğraf kağıdına orjinalinden güzel çekiyorlar. Üstelik ehliyet de bir işe yaramış oluyor.

Bu iyiliğimi de unutmayın.

13 Aralık 2009 Pazar

< cam kırılma sesi >

Şu 10 dk içinde neredeyse tanıdığım herkesin twitterı olduğunu farkettim ! Ne ara bu kadar popüler oldu bu meret ?!

Facebook ve blog furyasına kapılmamaya baya bi dayanmıştım yine de bir şekilde dahil oldum. Ama twittera gerçekten hiç sıcak bakmıyorum. Bakamıyorum.

Yine de Hayat Dersi no:3 diyor, ocaktaki yemeğime geri dönüyorum.

4 Aralık 2009 Cuma

Eskiden olsa

Eskiden olsa; bayram için Isparta'ya giderken yolda benimle zorla kanka olup numaramı filan alan türbanlı kızı, anneannemi, annemi, sarmaları, sarı burmaları, baklavaları, şehriye çorbasını, 2 yıl görmeyince biri delikanlı biri de evcilik oynama çağına gelmiş kuzenlerimi, Ceylinle nasıl evcilik oynadığımı, bayramda internetten matemetik ödevi yerine "iyi bayramlar" yazısını gördüğümdeki sevincimi, annemle yapıp burnumuzu batıra batıra yediğimiz tiramisuyu, 11 yaşından beri sigara içen babamın sigarayı bırakışını ve her saati sayışını, kardeşimin kız arkadaşıyla olan enteresan ilişkisini ve dönüş yolunda üstüme ölen kızı ballandıra ballandıra anlatıp uzunca bir postla blog alemine geri dönerdim. Ama farkettim ki ben mutlu olduğumda yazmıyorum. Yazamıyor da olabilirim belki. Ama bırak blogu, günlük yazmayı bile bıraktım bir süredir. Bu nedenle süper bayram hikayelerimi dinleme fırsatını yakalayan şanslı azınlıktan olamayacaksınız. Oops.

P.S. Otobüsteki yol arkadaşı tiplemelerime "bütün yol boyunca susmayan ve zorla arkadaş olup numara isteyen kız modeli"ni ve "otobüse biner binmez uyumaya başlayan, ilerleyen saatlerde omzunuza yatıp uyandırmaya çalışınca uyanmayan kız modeli"ni de eklemek istiyorum ama biriktirip öyle açıklarım beki bir gün.

22 Ekim 2009 Perşembe

Great.


Şofben konusunda yaşadığım onda maceranın (şofbenin takılması, elektrikçiyle kavga, şofbenin bozulması, elektrikçiden kazık, şofbenin 3 gün sonra tekrar bozulması, yeni şofben almak, o şofbenin bir türlü takılamaması, sonra takılması) sonunda, gönül rahatlığıyla bir sıcak duş alabilmenin umuduyda banyoya gittiğimde suyun evin diğer her yerinde akıyorken küvette nedensiz yere akmıyor olması, bazen bana hayatın ne kadar güzel olduğunu hatırlatmıyor değil.
Ama neden yani? Gerçekten?
Tek istediğim modern yollarla yıkanmak. Neden? Neden?

20 Ekim 2009 Salı

Yeni bedduam "şofbenin bozulur inşallah"tır, bilginize.

Evet, şofben yine bozuldu. Oysa daha cuma günü gelmişti elektrikçi. Neredeyse bir ay oldu buraya yerleşeli, elektrikçilerden yemediğim kazık kalmadı. Şofbeni takan adam ayrı pmsti, sonra gelenler ayrı kazıkçı. En son bu işin sallanılmayacağını farkedip gidip gıcır gıcır, daha güvenilir bir marka şofben aldık az önce. Yine de servisin gelip, bunu biz takamayız diye belge verip, elektrikçinin çağrılıp onunla muhattap olunması filan gerekiyor şu an, ki elektrikçileri sevmediğimi, hatta insan sevmediğimi önceki bölümlerden biliyoruz. Şimdi tek dileğim, bu işin bugün bitebilmesi. Siz siz olun, şofben işini önemseyin sevgili okurlar.

Yeni şofbenle ilgili gözlemlerim için, bizi izlemeye devam edin.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Çok eğleniyorum.

The demand for the bottled water increases during the hurricane season in Florida. The operations manager at a plant that bottles drinking water wants to be sure that the filling process for 1-gallon bottles is operating properly. Currently, the company is testing the volumes of 1-gallon bottles. A random sample of 75 bottles is tested. Study the filling process for this product and submit a report of your findings to the operations manager. Construct a frequency distrubution, cumulative frequency distribution, histogram, ogive, and stem-and-leaf display. Incorporate these graphs into a well-written summary. How could we apply statistical think in this stiuation? The data are stored in the data file Water.

Evet, bunlar daha iyi günlerim.

18 Ekim 2009 Pazar

İşçi kendisi de yalan.

İngilizce ödevimi yaparken enteresan cümlelerle karşılaşıyorum bazen. Şimdi cümleyi buraya yazıp da rencide etmek istemem Encyclopedia Britannica'yı ama google translate çevirisini yazsam ne demek istediğimi anlarsınız sanırım.

"Bu gerçekler neden olur ve bu da üzerinde çalışan hiç yoktur olarak sınıflandırılmış olabilir o da beni işçi kendisi de yalan söylenebilir."

Yalansın Google Translate.

10 Ekim 2009 Cumartesi

Don't mess with the Universe.

Hayır, herşeyi geçtim de, bu yaştan sonra neden hala çarpanlara ayırmanın, efendime söyliyim dört işlemin, kümelerin, köklü sayıların falan alıştırmasını yapıyorum ki ödev olarak? Oraları ÖSS'de geçmemiş miydik? Bizden geçmedi mi bu işler?

Neyse, limite türeve gelene kadar halime şükrediyim ben en iyisi. Universe duyarsa anamı ağlatır yoksa.

Universecim ben çok memnunum halimden. Valla bak.

O değil de, sahiden memnunum blog yahu. Isparta'dan gelen haberler, burada yaşanan gelişmeler, yarın yapmayı planladığım tuzlu kahve, sonunda (brownie yapabilen)bir ev arkadaşı bulabilmem, Ümit Hoca'nın kitabındaki esprili yazılar, Recep Bey'in kardeşi ve yeğeniyle tanışmak, şiir dinletisinin ortasına düşüp gizli gizli kıkırdamak, bugün Mercan'da yenilen 3 porsiyon midye dolma.. Bunlar hayata dair küçüklü büyüklü güzel ayrıntılar. Küçük olabilirler, ama beni mutlu etmeye yetiyorlar. Üstelik bunlar sadece bir kısmı ! Universe hepsini görüp nazar değdirmesin diye en önemlisini yazmıyorum inatla.

Bir de kayıtsız okur kitlemle ilgili türlü bilgiler aldım, soğudum blogumdan biraz. Evet, hepiniz üstünüze alının! Kayıtsız okurlar sizi!

Neyse, en yakın zamanda ısınma turlarına başlamak dileğiyle, ışık ve sevgiyle kal blogum..

5 Ekim 2009 Pazartesi

Hayat dersi no:5

Susmak erdemdir. Ama erdemli olmak her zaman işimize yaramaz.

3 Ekim 2009 Cumartesi

Previously on "midye dolma canavarı"

-İnsanların neden yavaş yavaş facebook hesaplarını kapatmaya başladığını şimdi anlıyorum sanırım. Ben de eşiğindeyim tam. Ya kapatıcam ya da aramalarda çıkmiyim, hiçbişeyim görünmesin, kimse beni eklemesin filan gibi psikopat ayarlar yapacağım. Az kaldı. Acaba "ilkokul arkadaşlarım beni bulmasın" gibi bi' seçenek var mıdır?

-Eve yerleştik sonunda. İyi kötü idare ediyoruz, hala sesim yankılanıyor koca evde ama az çok kurdum düzeni. Kendimden beklemediğim bir performans sergiliyorum. "Düzen" dediğimiz şeyin büyük kısmını hallettim, geri kalanı da zamanla olacak.. Bir de ev arkadaşı bulsam hiçbir eksiğim kalmayacak..

-İngilice kursunda sürekli teneffüse çıkıp çıkıp dönmeyen hocaya "Hep teneffüs hep teneffüs, biraz da ders yapalım" diyen kardeşimle gurur duyuyorum.

-Dönüş yolunda magic cone otomatından "ürün tükenmiştir" yazısını kaldırdıklarından şansımı deneyip almaya çalıştım ama 1 lirayı attıktan sonra boş makinayla bakışırken kendimi çok aptal hissettim.

-Okulumun ilk haftası bitti, şaşırtıcı bir şekilde bölüm derslerini çok sevip, ingilizce, bilgisayar, matematik gibi benim "lise dersleri" dediğim derslerde çok sıkıldım. Herkes istatistik istatistik diye gözümü korkutmuştu ama ben hocayı da dersi de gayet sevdim. Zor olucak, belli, ama en çok ondan zevk aldım. Micro da hiç fena değildi. Ön sıra öğrencisi olucak gibiyim. Hadi bakalım. Bunları buraya yazıyorum ki sonra okuyup düşüncelerimde neler değişmiş göreyim, görelim.

-Son zamanlarda hayatımı Lily Allen'ın LDN klibine benzetiyorum. Hoş, etrafı tozpembe gösteren gözlüklere ihtiyacım yok da diyemem.

22 Eylül 2009 Salı

Hayat dersi no:4

Don't mess with The Universe. Just don't.

18 Eylül 2009 Cuma

Erkek milletinden neyimiz eksik? Magic cone!

Yıllar önce haberini duyduğumu hatırlıyorum bu mucizevi icadın. Merak etmiştim "Nasıl olacak ki bu?" diye. İstanbul dönüşümde dinlenme tesislerinden birinde hijyenik ped otomatının yanında bu cismin de otomatını görmemle birlikte "Demek sonunda kullanıma geçti" demem bir oldu. Ne var ki ürün tükenmiş olduğundan edinip merakımı gideremedim. Yakında bizim eczaneye de düşmesini umuyor, heyecanla bekliyorum. Tabi bununla birlikte gündeme gelecek "Peki bundan sonra bayan tuvaletlerinde de pisuvar olacak mı?" gibi muhtemel soruların cevaplarının ekranlarda tartışılacağı zamanı da ayrı bir heyecanla beklemekteyim. Ortalık bi' durulsun da, buna da sıra gelir elbet.

Peki İstanbul nasıl geçti? Ev mev maceramı anlatmayacağım ama İtü'ye baya bir sövesim var. Aylardır akademik takvimde yayınlanan kayıt yenileme tarihinin son günü bugün. Guess what? Para yatıramıyoruz! Uolp'ların kayıt yenileme süresini 2 Ekim'e kadar uzatmışlar gerçi ama başlangıç tarihi 14 Eylül olmasına rağmen hala iş bankasında sıra bekleyen, amacına ve İtü'ye ulaşamayıp Ayazağa yollarını tutmak zorunda kalan arkadaşlarım var. Peki bu çözüm mü? Tabi ki hayır. Kimse bizim kayıtlarımızın ne zaman başlayacağını bilmiyor. Bense bir pazartesi günü 10 saatlik yolun ardından sabahın ilk saatlerinde bankaya ilk giren insan olarak bankacı kadından "Yok böyle bir öğrenci" lafını duyacak ne yaptım merak etmekteyim. İtü artık uolp öğrencilerini de adam yerine koysa baya bi' sevinebilirim.

Bunların dışında eve eşya almaca, Nuri amcayla tanışmaca, kaküllü Burcu, saçı uzun olmayan Deniz ve gözlüklü Orhan görmece, en önemlisi de 'küçük şeylerden mutlu olmaca'lı bir kısa macera oldu iki günlük seyahatim. Şu an hastalıktan ölmek üzereyim ama olsun, gene olsa gene yaparım.

Bir de bugün nezlemin ilk günü olmasına rağmen şahane araba kullandım ayıptır söylemesi. Hocam "100 bile alırsın, hayırlı olsun ehliyetin" dedi. Sevindirik oldum. Aman nazar değmeye.

12 Eylül 2009 Cumartesi

Çünkü ben ne zaman Maslak'a gitsem yağmur yağar.

Sıcak evimde İTÜ'de ders seçimini bu kadar büyüten zihniyete kapak bir şekilde ders kayıt işlemimin 3 dakikamı alması ve yatıp uykuma kaldığım yerden devam edebilmem sebebiyle içinde bulunduğum şaşkınlıkla vakit öldürüp, bir yandan da ders programında sorun olan arkadaşlarıma yardım ederken birden herkesten yağmur nedeniyle eve hapsolma şikayetleri yükselmeye başladı. Malumunuz bu gece yatcaz kalkcaz sonra bir daha yatcaz kalkcaz(siz yatıcaksınız tabi ben o sırada otobüste oturuyor olacağım) ve ben İstanbul'a ulaşacağım. Her ne kadar hava durumu pazartesiden itibaren İstanbul'u güneşli gösterse de, Maslak ile aramızdaki sorunlu ilişki buna inanmamı engelliyor. Çünkü ben ne zaman Maslak'a gitsem yağmur yağar. Hele de şimdi tam felaket zamanı.. Zaten az vaktim var, bir de doğal afetlerle uğraşmasam iyi olur kanımca. Derdim yeterince başımdan aşkın zira.

Bugün düşündüm de, geçen sene haftada 18 dersim olmasına rağmen 2 günüm boştu. Bu senenin iğrenç programına göre her gün 3 saatlik dersler için okula gitmek zorundayım. Boş günüm yok. Yani haftada 15 saat dersim olmasına rağmen her gün kıtalar arası seyahat yapacağım! Şaka gibi!

Peki Tekstil Geliştirme ve Pazarlama gibi bir bölümle Gym dersinin nasıl bir alakası oluyor? Hakikaten tekstilcilerden daha çok merak içerisindeyim.

O değil de, Zeynep'in Amerikalı hocasının bile 650 yapabildiği, üst sınırı 677 puan olan toefl pbtde 92li bir çocuğun çat diye sınava girip pat diye 670 puan çıkarması. Kesin soruları filan çaldı bence. Ana dilim ingilizce olsa 670 yapamam yahu o ne öyle. Henüz şahsen tanışmıyoruz ama insan değilsin evladım. Bu arada, Zeynep'in sana selamı var.

11 Eylül 2009 Cuma

Hayat dersi no:3

Büyük lokma ye, büyük söz söyleme.

10 Eylül 2009 Perşembe

Sen misin başkasına laf eden.

-Kaderimizde "0 kontörünüz bulunmaktadır" yazısını görmek de varmış.

-Ehliyetin yazılı sınavını üstün başarıyla geçtim. Motor:95, trafik:94, ilk yardım:83. Tebrikleri kabul etmekteyim.

-Pazartesi için heyecanlanmamak elde değil.

-Ağzında bakla ıslanmayan insanları baklaya boğalım kampanyası başlatıyorum.

-Gerektiğinde tam bir sır küpü olabiliyormuşum, bunu farkettim.

-100 yaşında insanların çocuk gibi davranması yasaklansın.

-Önümüzdeki sene için heycanlanmamak elde değil.

-Ders programları belli olmuş. Şaka gibi bir programım var. Haftanın her günü 3 saat için okula gidicem. 3 gün sabah, 2 gün öğleden sonra. Toplam 15 saat dersim var ve bu dönem boyunca perşembelerden nefret edeceğim çok açık.

-Bu ara her gün direksiyon derslerine gidiyorum. Bugün baya iyiydim, sınavı da geçerim de, gitmeden adamakıllı öğrensem iyi olacak. Unuturum gerçi ama olsun.

-Bu ara gökten zembille inecek bir ev arkadaşı arayışındayım.

-Bu blog olaylarında mim yazmayı sevmediğimi farkettim blogcum. Böyle yazınca zorlama gibi oluyor benim, güzel olmuyor. Bir tane mim var gerçi ortalıkta dolanan sevdiğim ama o da çok moda olmadı, çok yayılmadı. Bana gelmez heralde. Belki bi' gün gaza gelir yazarım kendi kendime..

-Cocobonita bana 100 maddelik sabır mimi yollamışsın. O mimi yazıp bitireni sabır taşı ilan ediyorlarmış ama ben yapamicam sanırım.. Ama bir gün beğendiğim mimi bulursan sana benden bir kavanoz gül reçeli eheh :)




-Bana Kreativ Blogger ödülünü layık gören Kare Bisküvi 'ye de ayrıca teşekkür ediyorum ama ödül gereklerini yerine getiremiyorum malesef :)

3 Eylül 2009 Perşembe

Universe'e

Sevgili Universe,

Zamanında seni ve bana söylemeye çalıştıklarını çok yanlış anlamışım.
Özür diler, teşekkürlerimi sunarım.

Sevgilerimle,

Roxanne

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Saçlarıma aklar düşsün istemedim..

Şu genç yaşımda, neredeyse tüm arkadaşlarımın en az bir kere "Aa saçında beyaz var!" dediğine şahit oldum. Kimileri koparmaya bile çalıştı. Her saç kurutuşumda kâkülümün her seferinde farklı bir sırasında peydah olan 5 beyaz saç teliyle bakışırken buluyorum kendimi. Bazen saçımın uzun kısımlarından, uzun ve diğerlerinden daha kalın, daha sağlam bir beyaz tel buluyorum. "Saçımın kendi renginde olsan bu kalınlıkla seni başımın tacı yapardım" diyip koparıyorum acımadan. Hemen atmıyorum. Bir süre elimde tutup inceliyorum. Kökünü, ucunu.. İlişkimizin nasıl bu hale geldiğini.. Bu zamana kadar nasıl onu fark etmediğimi.. Bazılarının kökü beyaz, ucu normal renkte oluyor. Sanki biraz daha bıraksam tamamı bana ihanet edecekmiş de son anda yakalanmış gibi. O zavallı saç telinden tüm bu gereksiz bilgileri aldıktan sonra kendisini atıyorum. Son zamanlarda iyice artış gösterdi bu durum..

"Saçlarım bana ihanet ediyorlarsa demek ki yönetimde hoşlanmadıkları durumlar var, isyan ediyorlar" diyip "Sağlık açısından bir şeyleri yanlış mı yapıyorum acaba?" diye internette ufak çaplı bir araştırma yaptım. Saç beyazlaması için bulabildiğim 3 neden vardı sadece..

1-Genetik
2-Yaşlılık
3-Çok dertli olmak

Genç yaşta saçıma aklar düşmesi genetik olamaz zira ailede kimsede böyle bir sorun yok bildiğim kadarıyla. Hatta kardeşimin saçları o kadar gür, siyah ve sağlıklı ki uzatsa bana iki tane peruk çıkar. Yaşlılık desek, 19 yaşındayım, gençliğimin baharındayım. Geriye bir tek çok dertli olmak kalıyor, stres dersek buna, sebep bu olabilir. Özellikle belli dönemlerde artış gösterdiğini de göze alırsak bağlantılı gibi geliyor.. Normal şartlar altında saç boyatmaya karşıyım ama bu gidişle erkenden muhtaç olacağım boyaya..

Çok dertliyim be blog !

Peki buradan çıkan diyalog nedir?

Ozan - Aaa! Bu beyaz saç teli de kimin? (Koltukta bulunan bir tel)
Annem ve ben aynı anda - Benimdir !

30 Ağustos 2009 Pazar

Kenâfir !


Ben olsam benden korkardım sevgili okurlar. Görmüş olduğunuz gözle ne sevgililer ne arkadaşlar ayırmışlığım vardır. Sevmediğim hocaları bir bakışımla tökezletişim de mevcut bir anıdır. Henüz düşürebildiğim olmadı ama üzerinde çalışıyorum. Ne zaman "herkesin sevgilisi var ya" desem birileri ayrılır, "ya Ayşe'nin bi' arkadaşı var Fatma, erkek olsam aşık olacağım kız tipi yani, o kadar güzel" desem Ayşe ile Fatma'nın arası o gece bozulur filan (İsimleri de nasıl attım belli değil). Ben bile korkuyorum bazen kendimden.
En çok da kendime nazar değdiririm ben aslında ama o başka bir postun konusu olmalı sanırım.

Yeminimi bozdum ağalar !

-PTT'nin kağnıları sonunda pes ettirdi. MSN'e dönüş yapmak zorunda kaldık. Bizi bu hallere düşürenler utansın !

-The Kite Runner ne güzel filmmiş. Umarım bir gün kitabını okumaya da cesaretim olur.

-Buradan Harry Potter ve Melez Prens'i romantik komedi yapan yapımcılara, senaristlere ve özellikle de Türkçe'ye çevirip dublajlayan insan gruplarına sesleniyorum; doğru söyleyin, Ginny'ye "Kapa gözlerini de gönül gözün açılsın Harry" dedirtmek kimin fikriydi?

-İspanyolca sınavından 92 almışım, ehliyet sınavı da iyi geçti. Heyecanla pazartesi başlayacak direksiyon derslerini bekliyorum şimdi.

-Nazlı'dan güzel haberler bekliyorum bir de. Ayrıca Zeynep Toefl'ı geçerse baya bi' sevinebilirim..

-Çok zor günlerden geçmekteyim. Bu yaşıma kadar neredeyse nefretle uzak durduğum kola bünyemi ele geçirdi sayılır. İçine ne koyuyorlar bilmem ama karşı koyamaz oldum. Üstelik bütün yaz boyunca kilo aldığım yetmiyormuş gibi bir de gece gece cips, çekirdek filan yemeye başladım. Halim nice olacak hiç bilmiyorum..

-"Artık kızlarla mı çıkıyosun sen?" diye soran anneme kardeşimin cevabı "Erkeklerle mi çıkıcaktım?" oldu. Takdir edilesi bir cevaptı.

-Hayatımın geri kalanını Ramazan pidesinin arasına sürülen nutella ile geçirme imkanım olsa hayır demezdim sanırım.

-Youtube ve benzeri sitelerdeki videoları izleyemiyorum ve bu konuyu çözme yolunda bir çabam da olmuyor. Zaten enteresan bir şekilde şarkı indirebilitemi de kaybettim. Bunu da çözmek yerine ordan burdan şarkı dileniyorum. Üşengeçlikten ölücem.

-Bölümüm hakkında merak ettiklerimi aydınlığa kavuşturdum sonunda. İçim baya rahatladı.

-Son olayları göz önünde bulununca arkadaş seçme kriterlerim arasına yeni bir madde daha eklendi. Bu maddeyle birlikte listeden süresiz uzaklaştırma alanlar olmakla birlikte akıbeti süpheye düşenler de yok değil.

-Çevremdeki herkesin sevgilisinin olması durumunun afedersin ama boku çıktı. 'Universe' bana ne demeye çalışıyor anlamış değilim.

-MSN'e dönüşüm mektup sevdamı azaltmadı elbet, hala beklemekteyim..

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Bir gün Mısır'daki amcamdan miras kalır da zengin olursam hiçbirinizi tanımam söyliyim.



Bugün soyumuzdaki renkli göz geninin hangi uyruktan geldiğini öğrenmeye çalışırken birtakım akrabalarımızla ilgili birçok ilginç gerçeği açığa çıkardım. İçlerinden beni en çok ilgilendiren zamanında babamın annesinin annesinin babasının babasının Mısır'da tahsil görmüş olmasıydı. İnanıyorum, bir gün Mısır'daki süper zengin amcamdan haber gelicek, yıllarca bizi aramış da bulamamış olucak, hiç çocuğu olmamış olucak ve bütün mirasını bana bırakıcak !

20 Ağustos 2009 Perşembe

Yumurta-kapı ilişkisi

Ehliyet sınavı cumartesi olunca ve ben de salak gibi hiç çalışmayınca son birkaç gündür yumurtamı kapıya sıkıştırdım. İçimdeki sayısal öğrencisi burada da kendini gösterdi elbet. İki günde motor konularını bitirdim, bana mısın demedi. Ama şimdi "sağa dönüş kuralları"nı okumamak için atmadığım takla kalmıyor. Ders çalışmamak için yapılan anlamsız hareketler konulu uzun bir kompozisyon yazabilirim son iki saattir yapıklarımla. Özet geçmek gerekirse internette yapabileceğim her şeyi en az ikişer kere yapmak, televizyonda n.ş.a.da* izlemeyeceğim dizileri izlemek, film izleyen Ozan'a bulaşmak, tuvalete gitmek, tırnak kesmek, dondurma yemek, cola içmek(bu konuda Ozan'a acayip kızıyorum çünkü cola sevmeyen bir insan olan beni bile cola bağımlısı yapmak üzere) ve tabi blog yazmak..

Olsun ki ben zaten en iyi geceleri çalışıyorum hem. Şimdi herkes yatar, ben de "yatim artık" diye fişi çeker, bilgisayarı kapatırım, sonra yatarım ama uyuyamam. "Böyle bi' oraya bi' buraya dönüp duracağıma ders çalışim de bi' işe yarıyim bari" diyip üşenmeyip kalkıp trafik çalışırım. Ama bilinçaltım bu psikolojiyi ezberlediğinden uykusuzluk hastalığı içinde yanıp tutuşan bünyemin birden uykusu gelebilir de tabi. Riske atmamak, hemen şimdi dersin başına geçmek gerek. Zaten bu olay da bitince bir hafta boyunca yapacak hiçbir şeyim olmayacağından şu alıp bir türlü izlemediğim filmlere ve haftalardır elimde sürünen kitabıma konsantre olabilirim.

Bu postu çalışmamak için yazdığım ne kadar belli?

*n.ş.a.: "normal şartlar altın" :)

18 Ağustos 2009 Salı

Hayat dersi no:2

Yaz gelir, "Sıcaktan bunaldım, yapacak işim yok, kış gelse şöyle serin serin de okula gitsek" deriz. Kış gelir, "Derslerden bunladım, burnum donuyor, kulaklarım kırılacak birazdan, yaz gelse de deniz, güneş, kum oooh" deriz. Baya büyük bi' klişedir bu. Doğa ana ne yapsa yaranamaz insanoğluna.

Bana gelince, bu klişeyi ben de çok yaparım. Hiç memnun olmam, huyum kurusun. Ama yazları sevmememin ekstra bir nedeni daha var:

"Nisan mayıs ayları, gevşer gönül yayları" sorunsalı!

İddia ediyorum; bu bence doğa ananın bi' türlü sevgili sahibi olamayan bahtsızlara attığı adi bir kazıktır!

Yani uzaylı filan olup da havaların ısındığınıı hissetmiyor bile olsam, sevgilisi olan arkadaş sayımdaki artıştan, arkadaşlarımın "sürekli" hale gelmiş kontör sıkıntılarından, arayıp soranın azalmasından ya da en bariz yöntem olan Facebook'ta değişen relationship status artışından, "in love" iletilerinden filan anlardım yazın geldiğini! Hiç bir genelleme bu kadar bariz değildir kanımca.

Önce bahar aylarından kendini hissettirir bu durum. Her daim arayıp soran arkadaşlarım "Ya kontorüm yok da bi' arasana" diye mesaj atmaya başlarlar. Sonra hiç arayıp sormadıkları için sitem ederim, "Ya kontorüm yoktu da ondan arayamadım" yanıtını alırım. Yaz aylarında, bütün kontorler sevgliler için vardır çünkü. Yaz ayıysa ve arkadaşımın kontör sıkıntısı tuhaf boyutlara ulaştıysa bilirim ki ya bir sevgilsi olmuştur, ya da olmak üzeredir! (Ya da zaten vardır, biliyorumdur da.) Neyse, gün gelir, sevgili kamuoyuna açıklanır, genelde facebookta relationship status değişir, takiben "what's on your mind?" kısmında romantik kelimeler, hatta bazen şarkı sözleri görürüz.. Teker teker çoğu arkadaşımızı bu salgında geçici olarak kaybederiz..

Yaz aylarında karınlardaki kelebek sayısındaki artışın bana giren çıkan bir tarafı yok aslında, isteyen istediği kadar aşık olsun, bana ne. Ama bu noktadan sonra iki önemli husus vardır sinir olduğum. Birincisi, yazın gelmesiyle birlikte "Ee senin sevgilin yok mu? Aa neden?"diye soran insan sayısındaki artıştır. Yes, I'm single. What's your point? demek gelir içimden. Ama "kısmet" der geçerim genelde. En son bi' arkadaşımın annesi de aynı soruyu sorunca bardağım taştı sanırım. İkincisi de, hayatta en sinir olduğum şey, sevgilisi olunca arayıp sormayan, aramalarımı açmayıp, geri de dönmeyen ve buna bahane olarak "Kontorüm yoktu canım yaa" diyen arkadaşlardır. Bu tipler sevgililerinden ayrılınca birden kontörleri olur ve aşık dönemlerinde unuttukları arkadaşları birden akıllarına gelir. Sonra teselli edersin. Sonra yine sevgilileri olur, uyarırsın ama fayda etmez. Birkaç ay sonra yine ağlayarak arayacaklardır.

Şükürler olsun ki sevgilisi olduğunda onu hayatının merkezi yapmayan arkadaşlarım da mevcut da, ayrımı yapabiliyorum.
İyi arkadaş sevgilisi olduğunda belli olur. Bilginize.

Foto: Bu fotoğrafı çektiğim günü hatırlayanlar elime mum diksin. Hani garson çocuk bana yazıyor diye dalga geçmiştik. Hani garson kız masalara konulan iki "rezerve" yazısını arka ceplerine paylaştırmıştı. Aklıma geldi, gülümsedim. Perşembe benim için de eğlenin.

Otobüs yolcularına tavsiyeler

Uzun zamandır bu konu hakkında yazmayı düşünüyordum ama sanırım düşünmeye başlayışımdan beri hiç bu kadar canım sıkılmamış ki yazmamışım. Zira son otobüse binişim 24 haziran tarihine denk gelir. Otobüs derken, uzun yol otobüsü tabii..

Bir kere zaten kara yoluna saygısı olmayan bir insanım hep söylediğim gibi. Yani kısa yolculuklarda da otobüsten hazzettiğim pek söylenemez. Ama burada asıl değinmek istediğim nokta, uzun yolculuklardaki yol arkadaşlarıdır.

Şimdi takip edenler bilir, hayvansever bir insan değilim. Zamanında atalarımız yüzlerinde bir tiksinti ve bilmişlik ifadesiyle "Hayvan sevmeyen insan da sevmezmiş" demişler ya, çok doğru demişler onlar. İnsan da sevmem ben. Şimdi insan sevmem diyince öyle herkes üstüne alınmasın, anladınız ne demek istediğimi. İnsan sevmeyen bir insan olunca, tanımadığım insanlarla öyle havadan sudan muhabbet etmeye de pek hevesli değilimdir. Onun yerine uzaktan inceler, kendi kendime dedikodu yaparım. Çok da eğlenirim, peh.

Uzun süren gece yolculuklarında otobüslerde göze çarpan belli başlı tipler vardır. Bir de yanımda oturanlar vardır ki her otobüs yolculuğu öncesi korkulu rüyam olurlar. Ne zaman ki yan koltuğum boş giderim, o zaman dünyada benden mesudu yoktur.

Buyrunuz, yol arkadaşı tipleri ve alınması gereken önlemler:

Arka koltukta annesi ve babası oturan, hayattan nefret eden ve bangır bangır metal müzik dinleyen bunalımlı ergen:
Bu tip yol arkadaşları kendilerini, pencere kenarını özellikle seçmiş olduğunuz halde otobüse bindiğinizde yerinize kurulmuş dondurma yiyip sizin kulaklığınızı takışından ve "Ben geldim, orası benim yerim dostum" bakışınıza "Ne bakıyosun?" bakışıyla cevap verişinden ele verir. Tamam ben gelene kadar pencere kenarının sefasını sürebilirsin ama oraya yayılmak, dondurmanı yalarken bir yandan da müzik dinlemek de neyin nesi? Yine de yerinize geçmeyi başardıktan sonrası kolaydır. Bu tip yol arkadaşları yol süresince ve molalarda konuşmaya çalışmaz çünkü zaten "Evrensel Ergenlik Yasası" gereği benden çok nefret ediyordur insanlardan. Onun yerine mesajlaşmak ve müzik dinlemek gibi zararsız eylemlerde bulunur. Bu yolcuya nezaket gereği "Merhaba" ya da "İyi yolculuklar" demek zorunda değilsinizdir. Çünkü deseniz de duymazlar.

Hasta olduğunu iddia edip yerinizi kapmaya çalışan soytarılar:
Bunlardan ölümüne nefret ediyorum sanırım. Bunları "Ya benim hastalığım var da, ben pencere kenarında otursam olur mu, yol tutuyo da beni ondan yani, hastayım ben" diyişlerinden tanıyabilirsiniz. "Benim de hastalığım var, kusura bakmayın orası benim yerim" demek suretiyle yerinize ulaşabilirsiniz ama içinizden gelen "O zaman bileti alırken pencere kenarı deseymişsin, çok mu zor? Ben her seferinde boşuna mı soruyorum 'Pencere kenarı var mı?' diye? Salak mıyım ben?.." seslerini susturmanız zor olacaktır. Şahıs yerinizden kalkmamakta ısrar edecek olursa dışınızdan söylemeye korkmayın!

Konuşkan anaç teyze:
Şimdi insan sevmiyorum, insanlarla konuşmayı da sevmiyorum dedim filan ama bu teyzelerde kötü niyet yok aslında. Sadece sizin onun kızının okuluyla, oğlunun düğünüyle, yeğeninin yemek kursuyla filan ilgilenmediğinizi anlamaları için uzun bir gece yolculuğu yeterli olamadığından uyumanıza veya müzik dinlemenize engel olurlar ve bunu sadece konuşarak yaparlar. Bir yandan da sizin okulunuzu, ailenizi, babanızın ne iş yaptığını, neden gitmekte olduğunuz yere gittiğinizi filan öğrenmek isterler. Ne yazik ki henüz bu durumdan kurtulmanın formülünü keşfedemedim ama yine de fena değillerdir, yolculuk boyunca bu teyzenin resmen kızı olursunuz. Size yastığını verir rahat uyuyun diye, şalını verir üşümeyin diye, molalarda kollar otobüsü kaçırmayın diye.. Zararsız sayılırlar..

Konuşmayan depresif teyze:
Dikkat! Bu tiple ilgili bilmeniz gereken ilk şey konuşmamaya çalışmasının altında yatan nedenin biraz sonra kusma ihtimalinin yüksek oluşu olduğudur! Çünkü bir 'teyze' her zaman konuşmak ister. Konuşmuyorsa bir gariplik vardır. Mümkün olduğunca uzak durun, sakın konuşturmaya çalışmayın, gözünüz sürekli muavinde olsun, olası bir kusma durumunda seslenmek için.. Bu tipte yer problemi yaşamazsınız çünkü otobüse en son bu tip yolcular biner. Siz o zamana kadar çoktan yerinize oturmuş olacaksınızdır.

Evlenme çağı gelmiş, 'teyze' olma yolunda adım atmaktan çekinmeyen abla:
Bu tip de zararsızdır çünkü diyalog sayısını sizin belirlemenize izin verir, izin verdiğiniz kadar diyaloğa girer, konuşmak istemezseniz anlar, sizin okulunuzu, yaşadığınız yeri, ailenizi filan merak etmez.. İlgilenir gibi olursanız biraz kendini ve gelmekte olduğu düğünle gitmek üzere olduğu düğünü filan anlatır. Canınız sıkılıyorsa muhabbet edebilirsiniz. Bir de bu tipler kendi yerlerini bilmeleri sebebiyle tercih edilesidir.

Anarjist teyzeler:
Otobüste insanların haklarını gözeten anarşist ruhlu teyzelerdir. Bir olay olursa ilk yorum bu teyzeleden gelir. "Cık cık cık kadının yanına adamı oturtmuşlar ne ayıp"lar, "Ay o adam nasıl binmiş otobüse? Kimsesi yok muymuş nerden geliyomuş?"lar, "Ne diyomuş şu turist kız bi' çevirin bakim yok mu ingilizce bilen?"ler, "Daha demin uyardınız telefon kullanmayın diye kendiniz konuşuyorsunuz muavin bey"ler, "Kadın kusuyo kimse ilgilenmiyo"lar, poşet vermeler filan hep bu teyzelerdendir. Onlardan birinin yanında oturmak demek hep bir heyecan, hep bir adrenalin demektir. Tam uykuya dalacağınız sırada bi "cık cık cık" sesiyle uyanmanız işten bile değildir.

Arkadaş grubundan tek kalmış olan neşeli genç kız:
Bu tip hanım kızlarımız hemen yandaki koltuklarda oturan arkadaşlarıyla bütün gece fısır fısır konuşup ardından gürültülü bir kahkaha koyuvermek suretiyle kendilerince bir tür "pijama partisi" yaparlar. Uykudan ölmüyorsanız uyumanız zordur, ama uykunuz varsa size dokunmadıklarından çok da rahatsız etmezler. Yine de "Fısır fısır konuşmalarında uyurken yerinde durmayan kafamdan da bahsediyorlar mıydı? Acaba ona mı güldüler?" gibi paranoyalardan kurtulmak zordur. Kolay gelsindir.

Çocuklu yeni anneler:
Koltuklardan ırak olasıcalardır. Hiç bunlardan biriyle yan yana oturmadım, zaten çocuklu olunca teknik olarak imkansız oluyor sanırım ama eğer koridor tarafına oturacak kadar şanssızsanız bütün gece ağlayan bebek sesi ve oflayıp poflayan insanları dinlemekle geçer. Uyku haramdır. Tek tavsiyem müzik çalarınızın sesini sonuna kadar açmanız olacaktır.

Şimdilik bu kadar geldi aklıma ama bakınca şimdi baya bi' gelmiş aslında. Okuyacak sabrı olan otobüs yolcularına selam olsun buradan.

Seni de hiç özlemedim otobüs bozuntusu. Buradaki havaalanı tekrar kullanıma geçsin istiyorum artık. Sayın yetkili, ben araştırdım, o 6 fizikçinin öldüğü uçak kazasında kasıt, komplo filan yokmuş. Kaynaklarım sağlam. Valla bak. Noolur uçak teknolojisi buraya da gelsin artık noolur. Amin.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

PTT mektupları kağnıyla mı getiriyor?

Bugün benim için bağımlılık halini almaya başlamış olan MSN'i hayatımdan çıkarışımın 16. günü. Tabi bıraktıktan sonra hiç de bağımlılık filan olmadığını farkettim zira hiç aramadım kendisini. Zaten kullanırken de sadece açık durmasını seviyordum, sık konuştuğum az insan vardı. Çoğu da uzaktaydı. Şimdi malum, o 'sık konuştuğum az insanlar'la bir şekilde iletişimimi devam ettirmem gerekiyordu. Eh, çoğunun telefonu olduğu için bu pek de o kadar zor olmadı. Ama bir şahıs var ki "telefon kullanmam ben" diye tutturdu. Madem o kadar ilkeliz, mektuplaşalım dedik. Ama nereden bilebilirdik ki mektuplaşmanın bu kadar uzuuuun bir süreç olduğunu? Bugün bu kararı alışımın 16. günü ve daha sadece bir kez mektup yazabildim kendisine. Tabi bütün suçu PTT'ye atmak haksızlık olur. PTT'den daha yavaş olan şahıslar bir numaralı etken bence bu yavaşlıkta..
Ben de belki daha hızlı olanlar vardır diye başkalarına da mektup yazmaya başladım. Yazma kısmını seviyorum ama cevap bekleme kısmı sinir bozucu. Postaneye gitmeye üşenenlerle de mailleşiyorum. Mail şahane bir şey aslında. Hem takır takır istediğin kadar yazıyorsun, hem de çabuk gidiyor, cevap da daha çabuk geliyor.. Ama mektubun tadı başkaymış gerçekten. Bu kararı almadan önce en son ne zaman mektup yazmıştım hatırlamıyorum ama bu geleneği yaşatmak gerekiyormuş.

Buradan 70 milyonu(!) mektup yazmaya teşvik etmek istiyorum. Çok güzel ya valla bak.

İlk mim

Pek sevgili Boş insan bana ilk mimimi bahşetmiş bugün. 2 hafta oldu ama gele gele mim geldi sadece. Neyse bu ayrı bir postun konusu..

Hangi şehirde yaşıyorsun?
İkametim "Güller diyarı"ndadır lakin geçen sene gibi önümüzdeki senelerde de hayatımın büyük kısmını İstanbul'da geçireceğim için Isparta'da ikamet etmekteyim ama İstanbul'da yaşıyorum diyebiliriz.

Mesleğin?
Madem ki adımız 'TDK Fahri Müfettişi'ne çıktı, o zaman buraya TDK'dan bir adet 'meslek' tanımı iyi gider.
Meslek:Belli bir eğitim ile kazanılan sistemli bilgi ve becerilere dayalı, insanlara yararlı mal üretmek, hizmet vermek ve karşılığında para kazanmak için yapılan, kuralları belirlenmiş iş.
Tanıma göre, henüz 'belli bir eğitim' kısmındayım. Bu kısımda henüz 'para' kazanılmadığından bir mesleğim yok diyebiliriz.

Blog yazmaya başlama kararını nası aldın?
Bin tane cümleye başladım bu soruyu cevaplarken ama sanırım hiç biri doğru değildi. Sadece canım öyle istedi..

Ne kadar süredir blog yazıyorsun?
02 Mayıs 2009 Cumartesi tarihinden beri.

Blogunu ne sıklıkla ziyaret edersin?
Günde 2 kere filan sanırım. Canımın sıkılma katsayısına göre artış veya düşüş gösterebilen bir rakam bu tabi.

Bilgisayarını açtığında blogunu açmak kaçıncı sıradadır?
Hmm 4. sıradadır. Eheh.

Başka bir blog sayfasında görüp aldığın bir şey ya da gittiğin bir yer oldu mu ?
Henüz olmadı ama başka bir blogda görüp gitmek istediğim yerler mevcut..
Bir de Sarelle deneyeceğim Toslumbağa'nın yorumundaki tavsiyesine uyup. Hatta dün markette aradım, sadece bitteri ve fındık ezmesi vardı, almadım o yüzden.

Blogda hangi konularda yazmak seni mutlu eder?
Günlük yazmak bir şekilde hayatımın her döneminde varolmuştur. Unutmamak adına birşeylerin kaydını tutmayı ya da yazarak düşünmeyi severim. Eskiden online günlük yazılan bir sitede üyeliğim vardı, orda yazmayı bırakınca defterde devam ettim, şimdi de 'günlük tutma' ihiyacımı buradan karşılıyorum.. Ama sadece buradan değil ;)
Bunun dışında beni mutlu edecek şey herhalde bu yaz daha çok gezip, gördüğüm yerler hakkında yazmak olurdu ama kısmet..

Bloglarda gördüğün diğer blog arkadaşlarını eklemekte seni cezbeden ne olur?
Şimdilik tek kıstasım reel hayatta onları tanıyor olmam. Bazen tanıdıklarımı bile izlemiyorum gerçi. Yazdıklarını 'anlık' olarak öğrenmek istediğim, merak ettiğim kişiler olmaları diyebiliriz.
Ama bu başka blogları okumadığım anlamına gelmez. Gayriresmi olarak canım sıkıldığında okuduğum bloglarda beni cezbeden şeyler, yazıları sıkılmadan okuyabilmem, yazıların ilgi çekici olmaları, okurken sıkılmadan bilgi edinmem vs.. Peki ne cezbetmez? Bir 'TDK Fahri Müfettişi'(!) olarak yazılarda belirgin bir şekilde Türkçe'nin katledilmesi beni baya deli eder. Çok az takıntım vardır, bu da onlardan biri işte.. Bir de sık sık ve kısa kısa yazıların yazıldığı blogları pek okumam..

Blog aracılığıyla para kazanma fikrine nasıl bakıyorsun?
Negatif.

Blog arkadaşlarınla buluşma, bir araya gelme fikrine ne dersin?
Negatif.

Son zamanlarda hiç vakit ayıramadığım uğraşlarım?
Pilates. Eheheh. Ve kitap okumak. Evet.

Şu anda imkanım olsa gerçekleştirmek istediğim hayalim?
İnterrail.. Ya da çok yer görmemi sağlayacak herhangi bir şey. Gezmek istiyorum blog anlıyor musun beni?!?

Hayatınızda iyi ki yapmışım dediğiniz üç şey?
-Hep lisemden nefret ettiğimi söylerim ama iyi ki zamanında çalışıp fen lisesini kazanarak burdan bile küçük olan o ilçeden ailemizi kurtarmışım. Ama başka bir lise de olabilirmiş tabii.
-İyi ki babamı dinlemeyip bir sene daha ÖSS stresiyle uğraşmamışım.
-İyi ki uzun zamandır günlük tutuyorum. Sonra geri dönüp okuması çok güzel oluyor..

En sevdiğim yemek?
Ehehe. Sanırım bu soruya gerek yok. Yukarıdakı beyaz başlığı okumanız yeteri.
Bir de zeytinyağlı sarma tabii..

Ya ne çirkin bişeymiş bu böyle kendi kendinle roportaj yapıyo gibi sanki. Ben bile sıkıldım yazarken. Bundan sonra daha güzel mimlerle gelmeni diliyorum sevgili Boş insan. Bu sıkıcı mimi de kimseye yollamıyorum.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Çok pis ispanyolca bilirim.

İki gündür kek yapıyorum, hamaratlıktan ölücem birazdan. Dün ispanyolca çalışmaktan kaçmak içindi, bugün de yarın annemlerin tutacağı nöbet için yaptım. Bugün sınava girdim, yaklaşık 3(yazıyla üç) dakikada bitirdim sınavı. Ben görmeyeli bu sınavlarda heyecan kalmamış yiğenim. İnsan biraz zor sorar, böyle kopya çekmeye filan çalışılınır, ne bileyim, o "önünde, arkasında, sağında, solunda"ları filan o kadar çalıştım hiç sormamış kadın(Havam batsın). Neyse, bir maceranın daha sonuna geldik o zaman bugün. İkinci kur için meet me in İstanbul sevgili ispanyolca.

Şimdi yapmam gereken tek şey ehliyet çalışmak-ki beni oyalamak için yeterince eğlenceli ya da vakit alacak bir aktivite değil kendisi. Direksiyon derslerimse Ağustos sonunda başlıyorlarmış. En sinir olduğum nokta da bana daha önce 19 Eylül diye söylenen direksiyon sınavının 26 Eylül'e alınması. Kandırılmış hissediyorum.

Oyalanmak adına biraz film aldım. Ama yarın anneanneme gidip balkonunda kitap okumaya niyetliyim. Hatta birkaç gün kalasım da var orada. Hem belki sarma da yapar bana. Sarmayı özledim. Bir de geçen gün Alper Brüksel'deki midyeleri anlatırken midye dolmayı ne kadar çok özlediğimi farkettim. Bir de önceden tahmin edemediğim bir şekilde ıslak hamburger istiyor canım ara ara. Evet, ruhum şişman benim.

Bir gün, mesela kansere çare bulunduğunda, ya da kırmızı kar yağdığında, ya da Türkiye'de sokak hayvanı kalmadığında filan, şu bloga müzik koyma şeyini çözücem.. İnanıyorum buna. Hem de neler neler koyucam fon müziği olarak. Yapıcam bunu bir gün.

11 Ağustos 2009 Salı

Time Flies

Sanırım büyümekten en çok bugün korktum. Sanıldığı gibi önemli bir şeyin olduğu milat günlerinde, doğum günlerinde filan farkedilmiyor bu. En umulmadık zamanda birilerini suçlarken buluyor insan kendini. Geçmişte yaptığım seçimler, şimdi yapmakta olduklarım ve bunlarla birlikte gelen, farkında olamadığım vazgeçişler..

Küçükken çok başkaydı. Her şey olabilirdim. Ressam olabilirdim, diş hekimi olabilirdim, öğretmen olabilirdim, müzisyen olabilirdim, hatta astronot bile olabilirdim. Ortaokulda sınıfta kalabilirdim, lisede aşık olabilirdim, okulu bırakabilirdim ya da ÖSS'de Türkiye birincisi olabilirdim.. Kocaman bir hayat vardı önümde ve heyecanla nasıl olacağını bekliyordum. Şu an 20. yaşımın içindeyim ve artık hayatımda olamayacağını bildiğim şeyler var. Şöyle bir baktığımızda çok gencim. Hatta istesem hala astronot olabilirim. Önümdeki kocaman hayattan aslında çok da fazla yıl eksilmedi. Ama önümde çok fırsat vardı ve bir seçim onlarcasını öldürmeye yetti her seferinde. Ve yaşım ilerledikçe seçeneklerim azalacak, her seçimle daha az fırsat kalacak karşımda. Her hamlede onlarca fırsatı iteceğim hayatımdan ve her hamle sadece sonuncusuna biraz daha yaklaştıracak.

Bugün, küçükken hayalini kurduğum ve artık olamayacağını bildiğim şeyleri düşündüm. Zamanında yaşamadığım duyguları, yapmak isteyip yapamadıklarımı, "ben hiç.."lerimi.. Farkettim ki artık "olsun hala yapabilirim ki" diyemediklerim var aralarında. "Hiçbir şey için geç değildir" cümlesini artık kuramadığım pişmanlıklarım var. "Artık geç" olanlar var işte. Kimi suçlamalıyım, bilmiyorum. Zaman, kimi zaman o kadar hızlı geçiyor ki, elimden kaçan ve bir daha hiç elimde olamayacak fırsatların o anda farkına varamıyorum.

Zamanın geçmesi artık daha çok korkutuyor beni. Her saniyenin, yaptığım hemen herşeyin bir başka seçiş ve onlarca vazgeçiş olduğu bilinciyle yaşamaya korkuyorum. Ne yapmam gerek, bilmiyorum. Sorusu, cevabı, çözümü olmayan belki de tek şey zaman. Sadece bir hayatım var ve aslında onun bile nasıl geçeceğine müdahale edemiyorum bazen.

Şu an 20. yaşımın içindeyim. Önümde hala kocaman bir hayat var. Ama artık o kadar heyecanlı olduğumu sanmıyorum.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Şok şok şok !

Gün geçmiyor ki insan geçmişine dair bir şok edici gerçeği daha öğrenmesin. Yani bunu biliyor olsaydım kim bilir, belki de şimdi 13 yıllık bir ilişkim(!) olabilirdi.

Bugün annemden çocukluk aşkımın 'karşılıklı' olduğunu öğrendim!

Hem de ben ilk kreşe başladığımda koruma altına alınmışım çocuk tarafından. Farkında değilmişim tabi. Kreşteki öğretmenler söylemişler zamanında anneme. Ben de çocuğun annesinin anneme hazırladığımız oyunda benim pamuk prenses olmam gerektiğini söylediğini söylediğini hatırlıyorum(Çok güzel cümle kurarım). Meğer annemler yıllardır benimle bu yüzden dalga geçiyorlarmış. Ben de benim masum dugularımı bildiklerini sanırdım. Gerçi yanlışlıkla itiraf da etmiş oldum bugün. Hey gidi, o zamanlar bilseydik hislerimizin karşılıklı olduğunu.. Baya çılgın bi' "long distance relationship" yaşarmışız :) Zira taşınmışlardı, yıllaaaaarca göremedim. Göremedim göremedim sonra iki sene önce bi' gördüm ! "Allah korumuş o zaman" dedim. Şimdi Facebook'ta bile arkadaşım değil.

Hoşlandığım insanların bi' türlü yakışıklı olamaması genellemesi o zamanlardan başlamış bence. Ama bu karakter olarak da bi' 'tuhaf' olmuş. Kısmet..

9 Ağustos 2009 Pazar

...................

Ozan - Ben çiçekçi oliyim en iyisi, onlar hep cips yiyorlardır..
Ben - Ne alaka?
Ozan - Çelenklerin arkasına cips paketi koyuyorlar ya !
Ben - ...................

Bi' tanıdık teyze - Ayfer bu senin kızın mı? Ay ne güzelmiş, kaça gidiyosun sen? Dur bakalım aklımızda bulunsun.
Ben - ...................

İce age'den yeni çıkan kişi - (Hal hatır faslından sonra) Eee hangi filme gidiyorsunuz?
Alper - İce age
İce age'den yeni çıkan kişi -O ne lan?
Biz - ...................

Burger King kasiyeri - Sinemaya gitmek ister misin?
Ben - Efendim?
Burger King kasiyeri - Kampanya var da.
Ben - ...................

Annem - Kahve içme bence, onun yerine pekmez yiyebilirsin mesela.
Ben - ...................

7 Ağustos 2009 Cuma

Gönül Telimizi Titretenler


Lütfen biri bana nasıl bu kadar çok Türk Sanat Müziği şarkısı bildiğimi açıklayabilir mi? Yani hayatımın hiç bir döneminde bir TSM dinleyicisi olmadım. Hatta hayatımın pek çok döneminde, annem dinlerken filan baya nefret ettim, sıkıcı buldum. Ama annem bana bütün şarkıları ezberletecek kadar dinletmiş olamaz.
Küçükken türk filmi izlemeyi severdim. Pek çok filmi defalarca bıkmadan izlemiştiğim vardır. Hala da denk gelse izlerim. Belki onun da etkisi vardır ama yine de bu kadar çok TSM şarkısı bilmeme anlam veremiyorum. Nerede duysam, hangi şarkı olursa olsun eşlik edebiliyorum. İtiraf etmek gerekirse bazen hoşuma bile gidiyor eşlik edebilmek. Ama çok tuhaf. Hiçbir zaman açıp özellikle dinlemediğim ya da sokaklarda bangır bangır çalınıp herkese zorla ezberletilen şarkılar olmadıkları halde bu kadar beynime kazınmış olmaları şaşırtıcı..
Not: Yukarıda kapağını gördüğünüz albüm "kaset" olarak evimizde mevcuttu diye hatırlıyorum küçüklüğümden. Belki hala vardır hatta..

Strange Love

Bu anı o kadar uzun zamandır bekliyordum ki, poşetten çıkan nutellayı gördüğümde çocuklar gibi şendim. Hiç bırakmamacasına sarıldım ona. Kapağını açıp 3. dilim ekmeğime sürmek için 1. ve 2. dilimi bitirmeyi beklemedim. Ne kilolar, ne de sivilceler umrumdaydı. Bu kim bilir kaçıncı nutella krizimdi. Sonunda kavuşmuştuk ve artık bizi kimse ayıramazdı.
Çok mutluyum.
Çok güzelsin nutella.

Not:Bu yazıyı bitirdiğimde 3 dilim de bitmişti.

4 Ağustos 2009 Salı

Prenses poposu

Günlerimin büyük kısmını bilgisayarda dizi ve film izleyerek geçirdiğimden prenses popom rahat etsin, bütün gün sandalyede otur otur dümdüz olmasın diye odamdaki koca koltuğu bilgisayar masasının önüne taşıdım. Popomun rahatı estetikten önce gelir.

30 Temmuz 2009 Perşembe

"Boş insan" memleketimde!

Kaş'a, Kemer'e, Fethiye'ye gidip de yanıma uğramayanlar utansın!
Peh.

(Buraya Süleyman Demirel heykelinin önünde bir Orhan resmi yaraşırdı halbuki..)

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Vizyonumuz dünyayla yarışmaktı; yarıştık, yarışıyoruz.

Evet, şu dakikalarda Facebook'ta benim lisemden mezun olup da şahane lisemizin okullarda kayıt döneminde "bağış" adı altında toplanan parayı velilere taksit olarak ödettiğini anlatan Radikal haberini paylaşmayanı dövüyorlar. Ben de bu riski alıp facebookta link paylaşmak yerine olayı bloguma yansıtıyorum.

Lisemi ne kadar çok sevdiğimi önceki yazılarımdan birinde belirtmiştim. Yolu er ya da geç benim okuluma düşmüş öğrenciler bilirler ki, güzide okulumun koridorlarının her köşesinde bir başka 'basından' köşesi bulunmaktadır. Bu 'basından' köşesi, "Fen lisesi bu yıl da öss'de rekora koştu", "Fen lisesinden bu yıl da zibilyon tane tıp çıktı", "Fen lisesi tubitak'ı sildi süpürdü", "Mehmet kimyayı sevdi, mehmet beni sevdi, mehmet beni babasından çok sevdi yahu!" gibi abartılmış haberlerle süslüdür.(Tamam tamam, son cümle müdürümüzden alıntıdır, ama bu laf biryerlerde kendisinin bir roportajında filan geçmiş olabilir, neden olmasın, belki vardır bile köşede, şaşırmam)

Buradan sevgili eski okul müdürüme sesleniyorum. Okulumuzu en iyi anlatan haberlerden biri olan bu haberi de köşemizde görmekten gurur duyarız. Sevgiler.

Not: Tercih dönemi bitti mi bilmiyorum ama, eminim 2. ya da 3. tercih döneminde benim yaptığım hatayı yapıp bu okula geçme uğraşı içine girenler olacaktır. Gün gelir de sbszedelerden biri bu blogu okursa, burdan ona da sesleniyorum. Aklın varsa kaç yiğenim.

28 Temmuz 2009 Salı

Ehliyet, sen mi büyüksün ben mi?

Şimdi hayatımda olduğundan pek de haberdar olmadığın/m bir şeyden bahsedeceğim. Ehliyet kursu. Evet. Kendisine bir heves yazıldım filan ama her hayatıma friend request gönderişinde ignore etmekten vazgeçmiyorum. En son bugün aklıma geldi, 24 temmuza kadar sınav ücretini yatırmamız gerektiğini, aksi takdirde sınava giremeyeceğmizi belirten bir mesaj almıştım bi' ara sürücü kursumdan. "Hallederiz" diyip kapamıştım mesajı, artık ne işim vardıysa o anda bu konuda bişeyler yapmamı engelleyen.. Sonra bugünün 28 temmuz oluşunu hatırlamamla birlikte eteklerim tutuştu. Araya tatil matil de girince baya bi' unutmuşum telaştan. Aradım kursu, böyle böyle dedim, "Sen yatır sistem açık hala" dediler, "Oh" dedim.

Bir yandan da bu ehliyet kursu Haziran'da başladı ve devam etmekteydi ama gitmişliğim yok denecek kadar azdı. Birkaç kez gideyim dedim, ispanyolca kursunun olmadığı günlerde yani.. Trafik derslerinde baya kitabın aynısı müthiş bir sıkıcılıkla anlatılıyor, daha da gelmem dedim çıktım. Motor derslerine gittim, onda da suçu adama atmak istemiyorum, büyük bir heyecanla anlatıyordu kendisi ama ben dinleyemiyordum. Baya dinleyemedim yani, çok çabaladım olmadı. Çalışır, öğrenirim dedim.. Neyse işte öyle arada uğrarım filan diye düşünüyorum ben.. İspanyolcaya gidiyorum, tatile gidiyorum filan.. Ehliyet kursu ne zaman gitsem orda çünkü, haftanın beş günü, canım istediğinde giderim, elimin kiri, peh havalarındayım. Bugün de dekont götürmek filan gerekiyordu, gitmişken bi' uğriyim derse, bakalım neler oluyor dedim. Kimseyi de tanımıyorum kursta, insanlar konuşuyor aralarında, ben "duruyorum". Sonra kızın biri "Eh, bugün de son gün.." demez mi? Tanıyorum tanımıyorum dinlemedim lönk diye daldım konuşmaya "Son gün mü?" diye. Evet, meğer son güne denk gelmişim. O da bir süper sıkıcı trafik dersiydi. Ama herkes beni mi gözetlemiştir nedir, herkesten ayrı bir laf geldi:

"Son gün mü?" diye sorduğum kız bana "Tabi sen bi' başına bi' sonuna geldin" dedi.
Trafik dersini veren adam da "Sen hiç gelmedin, bi' kere geldin heralde, küpenden tanıdım" dedi.
Kantinde, hiç muhabbet kurmadığım bi' çocukla aramda şöyle bir diyalog geçti:
Çocuk - Sen cumartesi yeni kursiyerler için başlayan derslere gelicek misin?
Ben - Yok gitmem heralde, belki motorlara giderim.
Çocuk - Diğerlerini çok biliyorsun heralde.
Kardeşim ehliyet kursu değil miydi bu? Heralde yeryüzünde ehliyet kursuna sürekli devam eden tek sınıf benim ehliyet sınıfımdır. Yeni ehliyet alan herkes "Ben bi' kere bile gitmedim kursa" ya da "Bi' kere gittim işte, o da kayıt için" ya da "Ehliyetim var ama bilmiyorum ki kullanmayı" filan diyor. Hayır yani, aynısı kitapta olan konuları bu sıcakta 2432534 farklı ter kokusunun içinde uyuz hocaların ağızlarından dinlemedim diye niye bu kadar aşağılanıyorum anlamadım. Bi' de bir sonraki döneme filan gidicekmiş bu insanlar, zaten hiç bir dersi kaçırmamışlar ki, ne zaman gitsem ağzına kadar doluydu sınıf. Aynı sıkıcı konular ikinci baskı olarak dinlenir mi yahu? Deli misiniz? Öss'ye hazılanmıyoruz, her sınavda aynı soruların çıktığı, hepsi hepsi 17 saatlik bir kursun yeterli olduğu dandirik bir ehliyet sınavı yani.
İnsanların işi gücü yok anacım.
(Benim çok var da)
Not: Şimdi ben böyle saydırdım ya bu sınava, gör bak kesin geçemicem. Mosmor kalıcam. Geçemezsem yazmam yalnız buraya, söyliyim.

26 Temmuz 2009 Pazar

"Rus kızları gitsin, yerine de kimse gelmesin!" kampanyası

Evet aynen böyle. Hayır uzun bacaklı, sarışın, güzel bronzlaşmış, manken gibi rus hanımlarına oldum olası gıcığımdır zaten. Her tatilde olduğu gibi bu tatilde de nerede hem sarışın hem de yakışıklı olan nadir rus erkeklerinden görsem, ya uzun bacaklı, sarışın, güzel bronzlaşmış, manken gibi bir rus kızı tarafından kapılmıştı, ya da uzun bacaklı, kumral, güzel bronzlaşmış, manken gibi bir rus kız tarafından kapılmak üzereydi. Bense 19 yaşında olmama rağmen, Türk-yabancı farketmez herkesin Rusça konuşmaya çalıştığı ve barmenlerin alkollü içecek istediğimde yaşımı sorduğu malzemesinden(boy) çalınmış bir ergen rus kızı gibiydim. Bu arada bu rus milleti dil konusunda Türklerden ve Fransızlardan farksız. Dillerini anlamadığımı, ingilizce konuşmaları gerektiğini söylediğimde aynı şekilde konuşmaya devam ediyorlar, aynı diyalogların 3. kez yaşanmasından sonra da "haraşo haraşo" diyip gidiyorlar. Anlamsız.

Bu sene gezmeyi sevmeyen, tatil anlayışı bir tatil köyüne kapanıp yüzmek, uyumak ve yemek yemek olan babam bile bu tatil anlayışından sıkıldığını itiraf etti. "Seneye çadır alıyoruz" bile dedi ama nasıl yalan olacak belli değil. Kısmet bakalım.

Dün gece de Ozan ile plaj partisinde dans ettim. Bu konuda fazla söze gerek yok diye düşünmekteyim, zira kendisi dansıyla Korhan'ı bile büyülemiş(!) bir insan. Ama tatilin en güzel detayı midyeyle kavuşmamızdı sanırım. Bir süre krizlerimi dindirir diye umuyorum bu karşılaşma.

Yalnız hava nasıl sıcak belli değil. Bunu özellikle saat 2'de, toz duman, hiç bir gölgenin olmadığı bir yolda arabamızın lastiği patladığında ve yedek lastiğimiz olmadığında fark ettim. Böyle terin damla damla akması olayını o an yaşadım. Ama tesadüfler işte, kimse açıklayamıyor ya, o esnada yoldan markası, modeli, hatta rengi bile bizimkiyle aynı olan ve 32 plaka bir arabanın ilerde durması ve bunun nedeninin kızlarının Ozan'ın okuldan arkadaşı olması olasılığı nedir ki? Şans işte, bu olay olmasa buharlaşıp havaya karışırdık heralde. O zaman dünya üzerinde bıraktığım iz bu kadar olmazdı belki de..
Not: Dünya üzerinde dedim ama o kadar küçük ki dünya üzerinde göstersem görmezdiniz. Türkiye üzerinde gösterdim ben de. Türkiye'nin dünya üzerindeki yeri için (bkz. google maps)

22 Temmuz 2009 Çarşamba

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Seni kınıyorum ve sana laflar hazırladım universe.

Aslında sanılanın aksine çok alışveriş meraklısı bir insan değilim. Sadece alışveriş moduna girdiğimde biraz gözüm dönüyor, hepsi bu. Yoksa normalde birşey almam gerekse, yani almak zorunda olsam, üşenmeyip kalkıp gidip almam o şeyi. Mesela eylül(adidaslarım) çok eskidi bu ara. Zaten cırt cırt sürekli ses çıkarıyor. Bi' yenilemek gerek. Beğendiğim yazlık bir model de var aslında. Gördüm yani var burada inanmazsın. Ama gidip de almıyorum. Yok. Zaten ben beğendim ya kesin ertesi gün satılmıştır o. Yeşil elbise maceram gibi. Geçenlerde yine siyah bir elbise beğenmiştim plajda filan giymelik. İki gün önce filandır en çok. Bugün gittim baktım, alıcam yani o kadar. Tabi ki bedeni kalmamıştı. Yani şanssızlığa inanmıyorum ama bir güç var bence. Olsun ben de morunu aldım. Daha güzel oldu hem. Hıh.

Tabi şimdi alışveriş moduma girince, ufukta da tatil olunca iki kot etek ve bir şort da almadan çıkamadım. Planlanmamıştı, ama pişman değilim. Yine olsa yine yaparım.

Bir de aradığım kitabı bulamadım tabi ki yine. "Sipariş edelim" filan dediler "Hıhı biliyorum ben sizin siparişinizi" dedim, başka bir kitap alıp çıktım.

Burada merdivenli okul yolundaki tartıcı beyefendiyle çok seviyeli bir ilişkimiz var. Ne zaman oradan geçsem(ki bazen günde çok kere olmak üzere her gün geçiyorum oradan) aramızda aynı diyalog geçiyor:

-Tartılmayı düşünür müsünüz?
+Yok sağolun.
-İyi günler.

Hiç değişmedi bu diyalog.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Hadi kızım kalk yerine yat

Evet yeni görevim bu. Evin "hadi kalk yerine yat"çısıyım bundan sonra. Annem 10.30da kanepede yerini alıyor zaten. "Anne uyuyacaksın, yerine yat bari" diyince de "buranın tadı başka ama" yanıtını alıyorum. Ozan da vampir dizisi izleyeceğim diye uzanıyor koltuğa.. Uzanış o uzanış.. Annem en azından uyandırınca yerine gidiyor. Ozan'ı bomba patlatsam kendine getiremiyorum..

HADİ OZAN KALK YERİNE YAT!

3 Temmuz 2009 Cuma

Demek böyle oluyormuş

İnsanların nasıl ev kızı olduğunu anladım ben. Boşluktanmış hep. Yapacak iş yok, napsınlar? Hele bir de lise terk filansa tabi şahane yemekler, temizlikler yapıcak. Şimdi bu yaz tatili geldi, beni de ispanyolca, diziler, kitaplar ve internet bir yere kadar oyaladı. Kendimi ev toplamaya, temizlemeye, gündüzleri yemek, akşamları türk kahvesi yapmaya verdim. Bugün de artık kendimi aşarak bir tencere yaprak sardım. Böyle ince uzun kalem gibi sardım bi' de ayıptır söylemesi. Yetenek böyle böyle gelişiyormuş.
(Çok güzel yemek yaparım. Selam ederim :P)

O değil de bulutlardan şekil çıkarmaca.
Tarafımdan bugün çekildi. Taze taze.

30 Haziran 2009 Salı

Hayat dersi no:1

Özür dilemeyi bilmeyen insanlardan uzak durmalı.

29 Haziran 2009 Pazartesi

Yarasa kol moda mı? Değilse de olacak mı?

Haftasonu anneannemde geçti sayılır. Bir anneanne klasiği olarak yine anneannenin uçsuz bucaksız, bir sonu olmadığından gerçekten şüphelenmeye başladığım sandığı talan edildi. Bir adet yarasa kol anneanne örgüsü kazakla iki adet cekete el kondu. Anneye zamanında sıfır beden olduğu için kızıldı. Annenin eski eteklerini denemeye cesaret bile edilemedi. Kendisinin evlendiğinde 42(yazıya kırk iki) kilo olduğu şaşkınlıkla hatırlandı.

Haftasonun bir kısmı ise bizim evi talan ederek geçirildi. Ben zaten bavulumu yerleştirirken dolabımdan birkaç poşet bir şeyler çıkarmıştım. Annem onları tek tek elden geçirdi. Annemlerin dolabına bakıldı, hayallerimdeki kadar sadeleştirme yapamasam da birhayli gelişme kaydettik. Ama dün en çok duyduğum cümlelerden birkaç tanesini paylamak istiyorum.

"Onu atmam o el emeğim."
"Onu ben söker bir daha örerim dursun."
"Onu giyiyorum ben, yani giyerim, giyicem yarın bak."
"Kızım o atılır mı anısı var onun!"

Bir de benim en çok kurduğum cümleler:
"Şimdi anne bunu en son ne zaman giydin?"
"Bak anne mantığımız şu, bir şeyi 2 yıldan fazla zaman giymemişsek, ihtiyacı olan biriyle paylaşıyoruz."
"Anne bu bi daha moda olmaz artık, olursa da alırız!"

Gardropta durum boyle. Ama ayakkabılıkta devrim yaptık diyebilirim. Ben bile zamanında bayıla bayıla giydiğim dünyanın en rahat ikinci spor ayakkabısına (en azından ben öyle hatırlıyorum) veda ettim. Annem de spor yapmadığını kabul edip yıllardır sakladığı 34 numara spor ayakkabılarla vedalaştı. Artık istese de yapamayacak, o kadar küçük numara spor ayakkabının ancak yere basınca ışık yanıp sönen versiyonunu bulabilir bundan sonra.

Ayırdıklarımızın bir kısmı atıldı, bir kısmı belediyeye, bir kısmı da kardeşimin kitaplarıyla birlikte çocuk yetiştirme yurduna bağışlandı bugün. Baya hafifledik ama daha düzenlenecek çok yer var. Annemlerin odasında baya eğleneceğimi tahmin ediyorum. Heyecanla beklemekteyim.

Spoiler------Odada gırgır var. ihih.

25 Haziran 2009 Perşembe

Eşşek kadar oldum

Dün itibariyle dünya üzerindeki 19uncu yılıma veda ettim ve 20den bir gün aldım. Daha önce de bahsetmiştim 2 ile başlayan yaş fobimden. Bir de Dilan'ın 17 yaşındaki kardeşi "Iyy iğreenç 20 mi? 2lilere geçtiniz artık iğğreeenç" diyince tekrar farkettim yaşlanışımı.

Peki 19. yaş ne demek?

Orhan ve 4. sınıftaki sınıf arkadaşlarının yazılarından oluşan kitaptaki konulardan biri de "18. yaşınızı/doğumgününüzü yazın"mış sanırım. Bir 4. snınıfa giden çocukların 18. yaş hayallerine baktım, bir de kendi 18. yaşıma baktım:

-Bi' kere hepsi ehliyet konusuna değinmiş. Eh, ben de bu konuda geç de olsa bir adım attım sonuçta.
-Herkeste bir Tatilya sevdası. 18 yaşında bile Konuşan Ağaç'tan masal dinlemek isteyenler.. Ben de hala popomun sığabildiği salıncak hayaliyle yaşıyorum.
-Biri kendi kazandığı parayla jeep alıyormuş 18 yaşında. Oldu canım.
-Erkekler hep babasının mesleğini devam ettirmek istiyor. Ben yeryüzünde babamın mesleğini devam ettirebilecek son insanım heralde.
-Birinin 18 yaşında dair tek amacı Öss'ye girip bilgisayar mühendisliğini kazanmakmış. Kazanma kısmını halletim, okuyorum, bakalım.
-Biri evlenip bir adet çocuk yapıp onu Avrupa'ya okumaya göndermek istemiş. Evlen benimle?
-Biri askerde teröristleri öldürmek istemiş. Hamam böceği öldüremiyorum ben daha.
-"Ertesi gün ehliyet sınavına gittim. Anneme söyledim. Annem de babama söylemiş" demiş biri. İşler hep böyle işliyor tabi, haklı. Ben de hala anneme söylüyorum, annem de babama söylüyor.

O yaşlarda benim 18. yaş hayalim neydi acaba.. Mesleği hatırlamam mümkün değil zira gömlek değiştirir gibi değiştiriyordum meslek hayalimi. Çocukluğum hastanede geçtiği için çocuk doktorluğu veya hemşireliğin bu meslekler arasında olduğunu hatırlıyorum. Hemşirelik sırf keplerini beğendiğim içindi hatta. Bi' ara gazeteci olmak istedim. Öğretmen olmak istediğim zamanları da hatırlıyorum. Mimarlığa taktığım dönemler de oldu. Ama hiç bu kitaptaki çocuklar gibi müteahhit, biyoenerjici filan olmak ya da tekstil işi kurmak gibi hayallerim olmadı.

Peki nooldum? Ekonomi okuyorum. Aklıma gelir miydi? Gelmezdi. Yine de küçükken şimdiki halimi görsem hayal kırıklığına uğramazdım sanırım. Yakında ehliyet alacağım. Üniversiteye gidiyorum. Amerika'da filan okuyacağım. Dizileri filmleri alyazısız izliyorum. İspanyolcaya da başladım. Ohoo 10 yaşındaki halim kesin çok havalı(!) olduğumu düşünürdü.

Çok havalıyım küçük halim. Valla bak.

Not: 20den gün aldım ama hala 18mişim havası yaratıyorum farkettiyseniz. Çaktırmayın, yaşımı küçültme zamanlarım gelmiş demek..

18 Haziran 2009 Perşembe

Oldu canım

En son 5 sene önce oturmuştum o koltuğa. Çektiğim acıları bir ben bilirim. Kasap adam, 3 dişimi acımasızca oyduktan sonra pişkin pişkin "6 ay sonra bir daha gel, diğer 3 dişini de dolduralım" demişti. "Oldu canım" dedim. Dedigim gibi, o gun o koltuğa son oturuşumdu.

Ta ki o gün Bora'nın annesiyle tanışana kadar. Her şey çok münasipti. Bi' kere annemin arkadaşıydı, nazımı çekerdi, hiç kasap gibi de görünmuyordu, üstelik 5 yıl geçmiş, teknoloji ilerlemişti. Ben de eşşek kadar kız olmuştum. Acıyınca söyleyebiliyordum artık. Annem konuyu açınca hayır diyemedim. Vakit gelmişti.

Sonuç olarak seksen kere durdurdum kadını, yok "Bu alet çalışmıyor bi' işe yaradığı yok" demeler, yok pamuk koyunca kusmaya yeltenmeler falan.. En sonunda ilk dolgu tecrübesinde 3 dolgu yaptırmasına rağmen Kasap'ın "Kızın da çok dayanıklıymış" dediği ben, melek gibi kadının 1 dolguyla "Senin bu kızla işin zor valla" dediği insan oldum. Olsun varsın. Gözümden yaş gelmedi en azından.

Bir de dünyanın en tükürüklü insanıymışım ben, bunu farkettim(k).

Ve tabiki bir dişçi klasiği olarak, maceram "O iki dişine de iyi bak, olmazsa 6 ay sonra bir daha gelirsin, bi' bakarız" cümlesiyle son buldu.

"Oldu canım" dedim ben de. İçimden.

16 Haziran 2009 Salı

Liseli vardi ya ah o liseli


Bugun ehliyetten istedikleri belgeleri tamamlamak adina liseme gitmek durumunda kaldim. Kendisinden kurtulup zillerimle birlikte oynamaya basladigimdan beri, ki en son diploma almak icin gitmistim sanirim, bir daha ugrayacagimi sanmiyordum.

Havva Hoca niyeyse ziyarete geldim sandi. Amacimi acikca belirttigim halde istedigim dandik belgeyi vermek icin beni BIR SAAT beklettikten sonra "Sen Nurettin Abi'ne git, o daha iyi bilir" diyen Havva Hoca'yi, adinin duymanin bile tuylerimi diken diken etmeye yettigi Demir Hoca'yi, turlu komplolar kurmak suretiyle lise ogrencileriyle asik atan psikopat hadememizi, tek basina yurumenin turlu laflara ve kornalara yol acitigi okul yolunu, devasa periyodik cetveli.. Kisacasi liseye dair hicbir seyi ozlememisim..

Nurettin Abi: Ogrenci numaran kacti senin?
Ben: Iıı.. Guzel soru.. Hatirlayamadim..
N.A.: Ne cabuk unuttun ben ilkokul numarami bile hatirliyorum bu yasimda.
B: Valla ben de ilkokul numarami hatirliyorum ama liseyi hatirlayamiyorum.. Malum beyin kotu anilari cabuk siliyor..

Okurken de nefret ediyordum, simdi de ediyorum. Birkac istisna disinda(simdi saydim, bir elin parmagini gecmedi) ne adam gibi arkadas edindim oradan, ne de dise dokunur birseyler ogrendim. Hep soylemisimdir, fen lisesinde ogrendigim en faydali sey, kalem cevirmekti. Bir de onca iskencenin ustune ortak alan tercihi yaptim ya, resmen yaniyorum o 4 yila.

13 Haziran 2009 Cumartesi

Askercilik

Bugun bir kahve fali ugruna, biraz da annemin gonlu olsun diye donemin son 'parali gun'une gittim. Tabi dedikodular, lezzetli pastalar, borekler, kahveler, fallar, caylar, limonatalar guzeldi ama bir yere kadar idare ettim. Bir sure sonra 7 yasindaki erkek cocukariyla birlikte askercilik oynarken buldum kendimi. Bebek olayini da o kadar ozlemisim ki 2 yasindaki Mete beni opsun diye atmadigim takla kalmadi. Gunun sonunda hem cocuklar beni "Simdi biz asker olalim sen de dusman, tamam mi?" diyecek kadar sevmisti, hem de Mete'den opucugumu almistim. Falimi da baktirdim* oh.

Demem odur ki, daha bu sabah konustuk annemlerle yaslanisimi. Farkettim ki bu ayin 24unde 19 yasina girmeyecegim. 19 yili bitirip 20. yasimdan gun alcagim. 20. Evet, kendisi 2 ile basliyor. 2 ile baslayan yastan gun almak evet. 2 ile baslayan yaslara giriyorum, hala ilkokula baslamamis cocuklarla askercilik oynuyorum. 2 ile baslayan yaslardan sonra evin kizi Neslihan gibi "Evde kaldim, karsida bi subay var ama annem hic arastirmiyo keh keh keh" esprileri yapicam diye cok korkuyorum. Ben hep Bora ile askercilik oynamak istiyorum. Popom da salincaga hep sigsin istiyorum. Hazir degilim ben 20li yaslara. Daha degil.

*Fatma Teyze de sahane fal bakiyor yalniz. Istanbul'daki falcilar halt etmis, herseyi bildi vallahi.

12 Haziran 2009 Cuma

553!

Butun gun 5254 kere ziyaret ettim YDY'nin sayfasini. Uyurken bile uykumu bolup "Ozan bi baksana icime dogdu simdi aciklandi bence" bile dedim. Ruyamda 516 puan aldigimi, hatta yaninda da "tanimlanamiyor" yazdigini(!) gordum.

Ama 553 aldim! Gectim! Simdi Haziranin 27sindeki IBT'yi iptal edip, yaz tatili planlarina baslama vaktidir..

10 Haziran 2009 Çarşamba

Remember, you are not allowed to take notes or write in your test book.

Evet, sabah evden erken cikmis salina salina yururken birden karsima haftalardir aradigim ama artik umudu kestigim elbise ciktiginda anlamaliydim gunumun guzel gececegini.

-Pardon, bu lacivert bluzun elbise olani var mi sizde?
-Evet, var (gostererek)
-Peki bunun yesili var mi?
-Var (gostererek)
-Peki bunun smallu var mi? Lutfen var diyin.
-Evvet!
-O zaman ayirtabilir miyim?
-Kapo(!) vermen gerek..
-Ne kadar?

Ve olaylar gelisir..

-------

Bugun, buyuk gundu. Okula gittim. Aslisu ve ailesiyle birlikte tam kapinin onunde sinavin baslamasini bekledim. Iceri alinan ilk 10 kisilik gruptandim. Sinifa ilk giren bendim. Neredeyse teybe en yakin yeri kapan da. Telefonlar toplandi, sinavda su icmemizin yasak oldugu hatirlatildi, sinavda yasamiyor olusumuza dair birkac espri patlatildi, gozetmen hanimlar(ikisi de evet) nedense sadece benim gozlerimin icine bakarak yalnizca calismakta oldugumuz bolumun sorularini cozmemiz gerektigini, aksi takdirede sinavin gecersiz sayilacagini vurguladilar.. Sanki kirli bi gecmisim, kopya cekmeye meyilli bir tipim var. Masumca gulumsedim. Bilmiyorlardi ki butun bolumleri erkenden bitirecektim zaten..

Uyari: Buradan sonrasi tamamen Toefl Pbt deneyimimi icermektedir.


Sinav basladi. Listening hep en iyi yaptigim bolumdur Toefl Pbt'de. Ama bu sefer konsantrasyonda bir miktar zorlandim. Listeningin en kotu tarafi bir soruyu cevaplayamadiginizda, onu takip eden 3 soruda o suruyu dusunmek suretiyle konsantrasyon kaybi yasamaktir. Evet yasadim. Listeningden umutlu degilim. Ama ne kadar kotu olabilir ki?

Structure'a gectim. Sinavdan once sirf structure calistigim icin o kadar gaza gelmistim ki sayfayi actigim saniyeden itibaren, gozetmen aciklama yapiyor olmasina ragmen isaretlemeye basladim. Birkac kere canim sikildiysa da cogunlukla tak tak cozdum hepsini. Baya da erken bitirdim. Emin olmadigim sorulara dondum, birkacini degistirdim. Ve emin olmadigim sorular bitti. Gozumun icine baka baka "diger bolumlere gecmeyin" diye uyardiklarindan ve teybe yakin olayim diye en one oturdugumdan dolayi bu bos sureyi "durarak" degerlendirdim.

Ve en korktugum bolum, reading. Sasirtici bir sekilde, hic olmadigim kadar hizliydim. 3. parcayi bitirdigimde hesaplarima gore 15 dakika artiracaktim! Ama son iki parca ziyadesiyle bayikti. "Vaktim de var nasilsa" diye yaya yaya yaptim. 5 dakikam artti ama artik o kadar dolmustu ki beynim, oturup emin olmadigim sorulari dusunemedim. Bakip, "eh iyi yapmisim zaten" dedim ve yine birkac dakikayi daha "durarak" degerlendirdim. Zira oss gibi degil ki bu meret, "bitirdim" diyip cikamiyorsun.

Sonuc olarak ciktigimda yuzum guluyordu. Cogu kisi de benimle ayni fikirdeydi:

"Iyi gecti yahu, listening biraz zordu, onda batirmazsam gecerim."


Bugun yuzumun guluyor olusunda emegi gecenlerden bahsetmek istiyorum biraz. Taa Beylikduzu'nden sirf beni calistirmak icin kalkip gelen Deniz'e ve telefonda elinden geleni yapan ingilizce ogretmenligi ogrencisi arkadasina, yolladigi reiki ile sinava stressiz ve rahat girmemi saglayan Dilan'a, grameri kotu oldugu halde Msn'de elinden geleni yapan Orhan'a, beni evinde agirlamakla kalmayip sorularimi da cozen Aslisu'ya, anneme, babama ve en onemlisi bu surecte essek gibi calisan kendime tesekkur etmek istiyorum. Bu sinavi gecemesem bile iyi ki variz!

Gunun geri kalani ise koca yaz tatili boyunca cok ozleyecegimden emin oldugum ve cok sevdigim insanlarla gecti. Onlar da ayri ayri iyi ki varlar :)


9 Haziran 2009 Salı

Simdi yatcaz kalkcaz.. Sonra TOEFL!

Yaptigim son denemeden aldigim 576 puanla yarina hazirim ortmenim!!

Oss'den sonra birdaha "buyuk sinav" stresi yasayacagimi sanmiyordum. Deneme cozmek, hocalarin dagittigi fotokopileri cozmek, hepsini bitirip yanlislari kontrol ettikten sonra kalabalik etmesin diye atmak, optik doldurmak, sinav kitapcigi.. Bunlarla uzunca bir sure daha muhattap olmam saniyordum. Simdi Oss'ye calisan arkadaslarim gibiyim. Son denememi yaptim, zirvede birakip yarini umutla beklyiorum. Reiki bile yaptiriyorum kendime. Daha napiyim?

Artik gecmek istiyorum mumkunse.

Simdi sevgili okuyucu, eger bu satirlari okuyor isen sana sormak zorunda oldugum onemli bir soru var.

What does the woman mean?

8 Haziran 2009 Pazartesi

"I'm not feeling well... The pain... It hurts... aaaggghhh..."

Tünay Sağlam
Entered Popmundo 2007-03-03 and died 2009-05-11.She became 32 years old. Tünay has been put to rest at Zentralfriedhof.


Bir gun bugunun gelecegini biliyordum.

Sana yasattiklarim icin, oyuna girmedigimden dolayi kirani odeyemeyip, otelde kalamayip sokaklarda yattigin icin, sosyallesemediginden evde kalip cocuk bile yapamadan oldugun icin, calisip didinip kazandigin tum parayi yanlislikla uyduruk 4 saatlik bir provaya yatirdigim icin, "The melody is GOD SMACKINGLY GLORIOUS and the lyrics are mind melting. The originality of this song is splendid." seklinde tanimlanan bir sarki yazdigin halde hic sahnelerde soyleme firsati bulamadigin icin ve kontratini bile imzaladigin albumunu cikarip tum dunyayi sallayan bir rock star olamadigin icin cok uzgunum.

Huzur icinde uyu.

7 Haziran 2009 Pazar

kedi

Balkona her bakisimda bu ve benzeri goruntulerle karsilasmaktan hoslanmiyorum tabi. Gece ve gunduzleri uyutmayan, kafa dinletmeyen kedi seslerindense hic hazzetmiyorum.



Evet, kedileri sevmiyorum. Ama bu perdemi ne zaman acsam bu ifadeyle ve tek gozuyle bana bakan bu yaratik icin uzulmeme engel degil.

Bloguna kedi fotografi koyan insan da oldum ya.. Hadi bakalim..
Kardesim SBS'ye girdi dun. 83 net yapmis, morali bozukmus. Ne askeri okullar sinavinda, ne ozel okullar sinavinda, ne de SBS'de yaninda olabildim. Simdi de morali bozuk ve yine uzaktayim. Az kaldi, geliyorum.. Tercihlerine yetisicem!
Biri bana taslakta olan bosluklarin gercekte neden olmadigi aciklarsa cok sevinicem.
Edit: Yanlislikla "kedileri seviyorum" yazmisim. Duzelttim. Deli miyim neyim.

6 Haziran 2009 Cumartesi

Whose sum of whose

Sevgili TOEFL,

Sayende duymadigim ingilizce sacmalik kalmadi. Bugun test edilip onaylanmistir ki, ingilizce ogretmenligi okuyan insanlarin dahi sacma buldugu cumlelerden sual ediyorsun bizleri. Bugun o cevabi "whose sum of whose" olan soruyu sordugum dorduncu kisi de ayni "whose sum of whose ne ya?" tepkisini verdi. Sanirim artik yapabilecegim hicbir sey yok. Kucuk kagitlarimi aldim. Structure'i birakip pasa pasa kelime calismaya basliyorum.

400 must have words for the TOEFL.. Yine..

3 Haziran 2009 Çarşamba

30M

Dun ogrenci islerinin onunde beklerken kapiyi acmak uzere yanima gelip "sen ne bekliyorsun burada? 30M buradan gecmiyor. keh keh keh." diyen 'ogrenci isleri'ci amcaya selamlarimi yolluyorum buradan.

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Domates Guzeli

Dun tam da kitten cannon'da rekordan rekora kosusumu* anlatirken farkettim ilk defa kedili bir evde uyuyacagimi. Bilen bilir kedileri ne cok sevdigimi(!). Ama tam anlamiyla bir kiz gunu ve gecesi gecirdim diyebilirim. Fasulye ayikladik, Aslisu'nun super havuclu kekinden yedik, amacimizi unutmadik ders calistik, Aslisu beni oyuncak bebek gibi giydirip susleyip fotografimi cekti, misir patlatip** film izledik, gecenin ilerleyen saatlerinde ayni koltugun farkli yanlarinda bir battaniyeyi paylasarak uyuyakalmak suretiyle filmin sonunu kacirdik.. Buradan su anda muhtemelen havuz partisinde cilginlar gibi eglenmekte olan Aslisu'ya tekrar tesekkur ediyorum :)

*An itibariyle 2.047 kendisi
**Aslinda evin kedisi misir benim odumu daha cok patlatti. Gergin dakikalar yasamadim desem yalan olur.

28 Mayıs 2009 Perşembe

Bekle Beni Emin Hipermarket


Kendi sarma yiyen fotografima bakip acikiyorum. Oturup yaprak sarma da yapamayacagim icin sarmaya en yakin olan midye dolmayi (bkz.midye dolma istemek icin yaratici bahaneler) istiyor canim. "Mercan eve servis yapiyor mudur acaba?" diye dusuncelere daliyorum. Eve 5 dakika uzaklikta olsa da useniyorum cikmaya.

Bugun okulu bitirisimle birlikte buraya bir "acisiyla tatlisiyla bir yilin daha sonuna geldik" yazisi yazmayi isterdim. Ama toefl'i gecmeden acisiyla tatlisiyla bir yilin daha sonuna gelmis hissedemiyorum kendimi. Zaten bugun oturup butun bir yil her gun okula giden, butun sinavlara hic rapor almaksizin giren muhtemelen tek A kuru ogrencisi olusumu dusundum. Yarin da heyecanla Aslisularda kurumsal toefl'a girip giremeyecegimizi bekleyecegiz bilgisayar karsisinda. Simdiye kadar coktan gecmis olacagimi tahmin ediyorum oysa sene basinda.

Yarin da starbucks'ta ders calisan insan modeli olmaktan son anda yirttim. Uzun ve bilmedigim bir yolla bilmedigim bir eve gidiyorum bunun yerine. Bekle beni Emin Hipermarket.

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Hazir Mercimek Corbasi

Cogu kisi sevmez hazir corbalari. Ama hazir mercimek corbasi benim icin annemin yaptigi sehriye corbasindan sonra ikinci siradadir. Ozellikle grip ve nezle zamanlarimda bir tencere bitirdigimi hatirliyorum. Ne sacma ki, bugun yapana kadar hatirlayamamistim hastalik ve hazir mercimek corbasinin ne guzel bir ikili oldugunu. Limonu kendine yakistirabilen(!) her seyi seviyorum. Limonu daha cok seviyorum.

Eger mayisin ortasinda, hatta hazirana yaklastigimiz su sicak yaz gunlerinde iki burun deliginden de nefes alisverisi yapabilen sansli cogunluktansaniz, bogaziniz agrimadigi icin doya doya dondurma yiyebiliyorsaniz ve oksurmediginiz icin sesiniz ergenlige yeni girmis erkek cocugu gibi cikmiyorsa, kiymetini bilin.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Oi Va Voi!

Tum dalga gecmelere ragmen 2 ay oncesinden almis oldugum biletlerime, bana konserin izlenebilecegi en guzel ikinci yeri veren adama, babylon'a, konser sonunda Yesterday's Mistakes diye bagiran ve son sarkinin bu olmasini saglayan o 3-5 kisiye, tum gece bana eslik edip evimin onune kadar birakan Orhan'a ve Refugee'yi iki kere calan Oi Va Voi'a bana mukemmel bir cuma gecesi yasattiklari icin minnettarim.

2 Mayıs 2009 Cumartesi

baslangic olarak, okudukca guzellesen, browserlarimizin bereketi blogger corbasi

Insanin 82li ogretmeni olabilmesi ne tuhaf. Yani 82li kuzenime gayet ismiyle hitab edebiliyorken ogretmene "siz", "hocam" filan diyor olusum ne kadar genc oldugunu ogrenisimle birlikte daha da tuhaf geliyordu. Ama artik dersimize girmeyisi insanlarin kendisiyle sizli bizli konusmama ve "hocam" dememe kizmalariyla sonuclandi. Gerci donem basinda da butun hocalar kendilerine isimleriyle hitab etmemizi soylemislerdi lakin bu liseden yeni cikmis insanlara soylenecek laf mi allasen.

Herneyse.. Dun guzeldi, iki haftadir filan gormedigim insanlarla ogle yemegi yemek, alisverissever arkadasimla topuklu ayakkabi denemek, "bi kokteyl icer kalkarim"in ne kadar yalan oldugunu bir kez daha kesfetmek, eski ogretmen yeni "burcu" ile dedikodu yapmak, benim icin alinip kucuk beyogluna getirilen bir adet midye dolmayla bile cok mutlu olabilmek.. Terasta kalabaligi seviyorum sanirim.

Eh, sonunda bu blog isine de girdim boylelikle. Sanirim bloguma her bakisimda kafamda Lily Allen- Fuck You calmasina engel olamayacagim. Hatta sondaki "opinion" da "opinioooooon" olmak suretiyle uzayacak hep.


Ve dogru zaman geldiginde, aylardir sozunu ettigim "Bugun ablalarimdan neler ogrendim" postunu yazacagim.


Eger uslu bir cocuk olup blogumu takip ederseniz, bir gun, o postu birakin, sirinleri bile gorebilirsiniz.